ATATÜRK’ÜN ORDUYA İLK MESAJI

asker-atatürk

Sakarya Savaşının ardından TBMM tarafından Mustafa Kemal’e , Gazi unvanı ve Mareşal rütbesi verildi.

19 Eylül 1921

 “Neferlere,

Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha evvel sizi başka muharebe meydanlarında da tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldıramadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bildim. Sizin gibi kumandanları, zabitleri, neferleri olan bir millete yâd elleri altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa Türkiye Büyük Millet Meclisinin hakkımda yeni bir rütbe ve “Gazi” unvanıyla tecelli eden iltifat ve teveccühü, doğrudan doğruya size racidir. Milletin verdiği bu rütbeyle yükselen ordu en şerefli, en ulu bir gazayla mümtaz olan gene ordudur. Sizin kahramanlığınızla, sizin gösterdiğiniz nihayetsiz fedakarlıklar pahasına kazanılan büyük muzafferiyetin millet tarafından takdire delalet eden unvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek, bütün askerlik hayatımın en büyük sermeye-i iftiharı olarak taşıyacağım.

Cenabı hak, giriştiğimiz kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kati halası nasip etsin

Başkumandan Mustafa Kemal

20 Eylül 1921”

YALNIZ BENİMLE OLMAZ

Falih R.Atay Cankaya

Bir gün Müslüman memleketlerden birinde (Mısır’da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal’i görmeye gelmişti. Kendisine:

– Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz? diye sordu.

Olabilecek bir şey değildi, ama, insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:

– Yarım milyonun bu uğurda ölür mü? diye sordu.

Adamcağız yüzüme baka kaldı:

– Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya… dedi.

– Benimle olmaz, beyefendi hazretleri yalnız benimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız.

Falih Rıfkı ATAY, Çankaya

İKİMİZ DE GAZİYİZ.

koylu.milletin.efendisidir

Mustafa Kemal Atatürk bir tarihte Eskişehir’ i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu. Salih Bozok’a;

– Bu çınarları hatırlıyorum… Dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü!…

Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; arabadan inip, büyük bir tevazuuyla köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu.

Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince “Gazi” pek memnun oldu. Yaşlı kahveciye sordu:

– Adın ne?…

– Yusuf!…

– Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?…

– Nasıl hatırlamam, paşam?… Maiyetinde çavuştum!…

– Maiyetimde mi…

– Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam!… Hep emrinde savaştık.

Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti.

– Aferin; Gazi Yusuf Çavuş!… deyince, eski asker el buğuladı:

– Estağfurullah, paşam!… Gazi sizsiniz!…

– Rütbe başka… Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de “Gazi”yiz!…

Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa vermek lütfunu  göstererek, ilâve etti:

– Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!…

– Şerefte daim ol paşam!…

Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamanın çok parası olan bir yüzlük verip gülümsedi:

– Allahaısmarladık, silâh arkadaşım!…

Hilmi Yücebaş, Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Kültür Kitabevi, Sh 50-51

ORTA DOĞU ve PROJELER

bop-eşbaşkanı_45977

ORTA DOĞU

PKK Terör Örgütünün ilk yerleştiği yer Lübnan, ardından Suriye’dedir, yani Orta Doğu.

Örgüt buralarda 20 yıl yaşadı, ekildi, yeşerdi, büyüdü. Bu bölgede uluslararası ilişkiler kurdu; Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Ermeni Asala Terör Örgütü gibi ve diğer ülkelerin istihbarat örgütlerini bu coğrafyada tanıdı.

Ardından Irak’a geçti bu örgüt, Orta Doğunun bir parçası olan Asur ve Babil uygarlıklarının yaşadığı yere geri döndü. Örgüt bu alanda İran’la da ilişki geliştirdi, yani Perslerle. İnsancıl yardım adıyla bölgeye kamp kuran sivil toplum örgütleriyle de burada tanıştı, yani Bizans’la.

PKK terör örgütünün tanımadığı ülke kalmadı. Gezindiği coğrafya bakımından bütün Orta Doğu uygarlıklarıyla içi içe girdi;

İsrailoğulları, Roma, Bizans, Osmanlı, Arap, Mısır, Med, Asur, Pers ve Babil, işte bu sayılan yerler Orta Doğudur ve sınırları baş döndürür. Orta Doğu Mısırdan İran’a, Aden Körfezinden Türkiye’ye kadar olan coğrafyadır. Tevrat’ta geçtiği sekliyle Tanrı tarafından İsrail’e vaat edilmiş topraklar, Arzu-ı Mevut’un merkezde olduğu teo-stratejık bir bölgedir.

Tevrata göre tarih bu coğrafyada yazılmıştır. İsrail’in Tanrısının kutsanmış halkı burada seçilmiştir.

Hem Müslümanların hem de Yahudilerin atası sayılan Hz. İbrahim de Orta Doğuludur. Irak’ın Ur kentinde doğmuş, önce Urfa’ya buradan Kudüs yakınlarındaki Hebron / El Halil’e göç etmiş, burada yaşamış ve kendi parasıyla satın aldığı türbesini Hebon / El Halil’de hazırlamıştır. Hz. Musa, Hz. Yakup ve Hz. Yusuy da bu coğrafyanın sakinleri olmuştur.

Hz. İsa da bu coğrafyada dünyaya gelmiştir. Kudüs’ün hemen güneyinde ilk yerleşim yeri olan Beytüllahim’de doğmuştur. Hz. İsa Filistin’in kuzeyinde bulunan, 1948 de İsrail tarafında işgal edilen Nasırıyeli (Nezareth) dir.

Son peygamber Hz. Muhammed bu toprakların insanıdır, burada dünyaya gelir, bu topraklarda ebedi istirahatine çekilir. İslamiyet bu coğrafyada doğar, gelişir ve yayılır tıpkı kendinden önceki Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi. Miraç olayı Mescid-i Aksa’da gerçekleşir.

Kudüs, Hristiyan- Yahudiler için ne anlam taşıyorsa, Müslümanlar için de aynı anlamı taşıyor.

Bu kutsal topraklar, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında yüzyıllar boyu süren savaşlara sahne oldu. Önce Roma İmparatorluğu, ardından Bizans, sonra Arap, derken Osmanlı, Orta Doğu coğrafyasının hakimleri arasında yer aldı. Osmanlı Devletinin parçalanması ve hakimiyeti altındaki bu toprakların Haçlı ittifak güçleri tarafından paylaşılması ile bu bölge barışı kaybetti.

Nedeni neydi?

Dünya enerji kaynaklarının en önemli bölümü buradadır.Büyük Orta Doğu dünya petrol rezervlerinin % 80 i ve doğal gaz rezervlerinin % 50 sini barındırır.  Bu coğrafya tarih ve dinlerin olduğu kadar, yaşama güç veren enerjinin de merkezidir. Burada egemen güç olmak demek; dünyayı yönetmek demektir.

Bölgede hala çatışmaların sürmesi, silah üreticilerine büyük olanak verir. Dünya silah ithalatının % 75 i bölge ülkeleri tarafından yapılır. Öte yanda, dünya deniz ticareti, deniz ulaşım yollarını kontrol ve denetim altına alan stratejik boğaz ve körfezler de bu bölgede yer alır; Hürmüz Boğazı, Aden Körfezi, Babel Mendep Boğazı, Suveyş Körfezi ve CebaliTarık Boğazı.

Kaynak: Cemaat ve Barzani-Erdal Sarızeybek/ ES Yayınları

BOP – GOP PROJELERİ

Emine Ülker Tarhan, 16 Nisan 2012’de, Başbakan R. Tayyip Erdoğan tarafından yazılı olarak cevaplanması isteğiyle TBMM’ye önerge sundu, ancak cevap alamadı. İşte, CHP Milletvekili’nin Erdoğan’ı susturan o soruları:

Yasal dayanağı ne?
Amerika Birleşik Devletleri’nin (Büyük Ortadoğu Projesi) BOP ve (Genişletilmiş Ortadoğu Projesi) GOP projelerine Türkiye’nin “eş başkan” olarak dahil olmasının yasal dayanağı nedir? Bu ’eş başkanlık’ görevi hangi uluslararası anlaşma ile Türkiye’ye verilmiştir?

Karar nasıl alındı?
BOP ve GOP için eş başkanlık görevleri, hangi tarihlerde ve nerelerde gerçekleşen toplantılar sonucunda karara bağlanmış ve hangi sözleşme sonucunda Türkiye’ye verilmiştir?Türkiye, eş başkanlık için ABD’ye hangi taahhütlerde bulunmuştur?

Hangisini uyguladınız?
Eş başkanlık görevi verilirken, BOP ve GOP projelerinin tarafınıza açıklanan amaçları nelerdir? Türkiye’nin “eş başkanlık” görevi çerçevesinde yükümlülükleri nelerdir? Bu yükümlülüklerden hangisini yerine getirdiniz?

Neden onay alınmadı?
ABD ve Türkiye arasında BOP veya GOP için bir anlaşma söz konusu ise, bu anlaşma neden Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulmamıştır? Türkiye, ’eş başkanlık’ görevi çerçevesinde bugüne kadar hangi faaliyetleri yürütmüştür?

Suriye BOP görevi mi?
Malatya Kürecikte kurulan füze kalkanı, BOP ve GOP eş başkanlığının bir gereği midir? Türkiye’nin, Suriye’de iç savaşı kışkırtması ve barış yerine savaşı zorlamasının nedeni BOP/ GOP eş başkanlığını yürütüyor olmamız mıdır?

Erdoğan, CHP’li Tarhan’ın sorusuna cevap veremedi.
CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, Başbakan’a, TBMM Başkanlığı aracılığı ile Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi eş başkanlığı görevini kimden ve nasıl aldığını sordu.

CHP Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Başkanlığı aracılığı ile Başbakan Tayyip Erdoğan’a, daha önce defalarca açıkladığı Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOP) Eşbaşkanlığı görevini kimden ve nasıl aldığını sordu. Tarhan’ın, 16 Nisan 2012 tarihinde TBMM Başkanlığı’na sunduğu önergenin girişinde “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak başlattığı, daha sonra buna yeni coğrafyalar ekleyerek, Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi (GOP) olarak revize ettiği Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı yeniden şekillendirme projesine Türkiye olarak ‘eş başkanlık’ yaptığınızı çeşitli demeçlerinizde ifade ettiniz. Açıklamalarınızda, Türkiye’nin BOP ve GOP çerçevesinde bir görev yürüttüğünü açık ve net bir şekilde, bir çok kez dile getirdiniz.” ifadesine yer verildi.

TBMM’nin onayı yok
Emine Ülker Tarhan Daha sonra Erdoğan’ı şu soruları yöneltti.: “Amerika Birleşik Devletleri ’nin BOP ve GOP projelerine Türkiye’nin “eş başkan” olarak dahil olmasının yasal dayanağı nedir? Bu görev hangi uluslararası anlaşma ile Türkiye’ye verilmiştir? Eş başkanlık görevleri, hangi tarihlerde ve nerelerde gerçekleşen toplantılar sonucunda karara bağlanmış ve hangi sözleşme sonucunda Türkiye’ye verilmiştir? Türkiye bunun için Amerika Birleşik Devletleri’ne hangi taahhütlerde bulunmuştur? Bu yükümlülüklerden hangisini yerine getirdiniz?” Tarhan ayrıca, anlaşmanın neden TBMM’nin onayına sunulmadığını da sordu.

Cevap gelmedi
Soru önergesi TBMM İç tüzüğe gereği, “en geçe 15 gün içinde cevaplandırılması” için TBMM Başkanlığı tarafından Başbakanlığa gönderildi. Ancak, Tarhan’ın yazılı sorusuna yasal süresi içinde cevap gelmedi. TBMM İç tüzüğü’ne göre 15 gün içinde soru önergesini cevaplanmadığı durumlarda  TBMM Başkanı, ilgili bakanlık ya da başbakanlığın dikkatini çekiyor. Yazılı sorular, dikkat çekme yazısının gönderildiği tarihten itibaren 10 gün içinde de cevaplandırılmaz ise, “Gelen Kağıtlar” listesinde ilan ediliyor. Tarhan’ın, cevaplanmayan yazılı soru önergesi de TBMM Gelen Kağıtlar’da yayınlandı.

Eş başkan olduğunu defalarca söylemişti
Büyük Ortadoğu Planı (BOP) ilk kez 7 Ağustos 2003’te dönemin ABD Başkanı Bush’un Ulusal Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice tarafından “Transforming Middle East” makalesi ile gündeme taşınmıştı. Birçok defa BOP’un bir alt biriminin eş başkanı olduğunu zikreden Başbakan Erdoğan, 16 Şubat 2004’te Kanal D’de yayınlanan “Teke Tek” adlı programda Fatih Altaylı’yaŞu anda Amerika’nın da Büyük Ortadoğu Projesi var ya… Genişletilmiş Ortadoğu yani… Bu proje içerisinde Diyarbakır bir yıldız olabilir. Bunu başarmamız lazım” demişti.

25 Haziran 2004’te Çırağan Sarayı’nda gerçekleşen ABD-TESEV-Alman Marshall Fonu Toplantısı’nda ise  üstlendiği eşbaşkanlık görevine değinip, “Üstlendiğimiz misyon gereği Ortadoğu ve Avrasya ülkelerine yöneleceğiz” açıklamasını yapmıştı.

4 Mart 2006’da AKP İstanbul Bayrampaşa ilçe kongresi’nde yaptığı konuşmada da, “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var. Biz Büyük Ortadoğu Projesi’nin eş başkanlarından biriyiz. Bu görevi yapıyoruz.” demişti. Bu arada Erdoğan’ın, GOP Eşbaşkanlığı görevi her kesimden tepki görürken tek destek İmralı’dan gelmişti. 29 Eylül 2006 günü gazetelerde yer alan açıklamasında, Erdoğan’ın görevini desteklediğini açıklamış ve “silah bırakma” çağrısı yapmıştı.

Kaynak:http://turkalevi.com/2012/08/31/bop-esbaskanligi-gorevini-kim-verdi/

58 GÜN…

58 gün

24 Eylül 1918 / Damiye Köprüsü – Şeria Vadisi

-“Çarpışma yok ! Bunlar nehrin ötesine geçmek üzere bir bedeviyi rehber edinmişler. Karşıya geçer geçmez Anzakların içine götürmüş bizimkileri. Bizim süvari alayından da haber yok.”
Sıcak hava birden soğuyuvermişti. Arkalarından biri …”bu topraklar bundan böyle bize dost değil !” dedi.

26 Eylül 1918 / Zerka – Amman

-“Türk garnizonu Amman’dan ayrılıyor” uzaklaşan tayyarenin ardından “Thanks a lot !” diye bağırarak atını gerilere sürdü. 2.Hafif Süvari Tugayı komutanı General G.de L.Eyrie otomobilin arkasında, kasketini alnına eğmiş uyuyordu. Otomobil durunca uyandı ve teğmenin uzattığı kağıdı okudu :

“Bu iyi! Zor olmayacak! Amman’ı da alırsak Lawrence ve Emir Faysal’ın önü açılacak. Hem batıdan, hem de doğudan Türklerin önünü kesebiliriz artık !” diye söylendi.

30 Eylül 1918 / Şam Bahçeleri

-Silahlar patladıktan sonra çoğu, Kahire’deki misyonun kapısından arkeolog olarak girmişler, üniformalı askeri danışman, eğitimci ya da tüccar olarak çıkıvermişlerdir. Tüccarlar her devrin adamını oynarlar savaşta.

-Osmanlının el yordamıyla ve eski yöntemlerle kurmaya çalıştığı şanı büyük gizli teşkilatının uygulamaya çalıştığı eski oyunlara benzemez bu oyun. Londra’da ünlü üniversitelerden devşirilmiş ve özenle eğitilmiş kadrolarca yönetilir. Sosyolojik incelemelere, arkeolojik yolculuklarda kurulan yakın dostluklara dayandırılır. Yerel kadrolarını kolejlerden, misyoner örgütlenmesinden devşirir. Büyük para isteyen bu oyun, Londra ve İsviçre bankerlerinin, elmas kulüplerinin, petrol kumpanyalarının yardımıyla oynanır.

-Oyunun ara perdesi Şam’da oynanacaktır. Rol yapma gereği duymayan ve maskelerini bir yana atan gerçek kişilerce!

10 Kasım 1918 / Adana

-Lokomotif treni Adana’dan ayrılıyordu, Kumandan bir an durakladı ; tren düdüğünün keskin sesini bastırmaya çalışarak içinden bağırdı :

“O karanlıkta Şeria nehrini nasıl geçtiysek, bu karanlıktan da geçeriz.! Bakalım bu yol bizi daha..” Sözün gerisi, tekerlerin çelik raylara vuruşu arasında dağılıp gitti. Yerine oturdu, başını cama çevirdi. Yarım kalan sözünü “Nerelere götürecek?” diyerek tamamladı.

Ovanın karanlığına girerlerken “Çare yok! Karanlığı yakmak için, bir kıvılcım çakmalı !” dedi.

(Mustafa Yıldırım, 58 GÜN, Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, 4. Basım, UDY, 2008, s. 238-9)

ESARETE BOYUN EĞMEYENLER!..

ataturk21

16. Gün / 30 Eylül 1918, Eşrefiye Çiftliği-Şam Ovası

(…İngilizlerin Müslüman Tugayına esir düşen Süvari Fırkası Kumandanı) Binbaşı Vecihi’nin merak ettiği 3. Bölük, çiftliğin çok uzağında değildi. Mülazimi Sani Şerif çiftliğe gönderdiği iki eri görünce oturduğu yerden umutla kalktı. Erlerden biri “Felaket” dedi. Öteki “Fırkayı esir etmişler” diye tamamladı.

Sıcak hava birden dağıldı. Şimdi ne olacak?

Issızlıkta, bir bayırda kalakalmışlardı.

Şerif fazla düşünmedi, süvariye “Bağırmak yok! Kalanlara tek tek haber verin! Atları kişnetmeyin. Şu karşıki bayıra kadar yaya gidip toplanalım” dedi.

“Anlaşıldı Kumandanım!”

Atlarını gemlerinin altından tutarak ses çıkarmadan tarlaya inip yamaca yürüdüler. Ortalık sivrisinek kaynamaya başlamıştı. Başka zaman olsa, sineklerden canı yananlar ana avrat sövüp dururlardı. Şimdi suskundular.

Bayıra toplandıklarında Şerif, kuvvet almak ister gibi, bir ayağını önündeki taşa dayayarak kısık bir sesle konuşmaya başladı. Sesindeki kırıklık, aşağıda Şam’a doğru yoğunlaşan karanlıkta daha da acı vericiydi:

“Arkadaşlar! Yıllardır birlikte harp edip durduk.

Hepiniz açlıktan, hastalıktan bitkin düştünüz.

Az önce Fırkamızın esir alındığını öğrendim.”

Biraz soluklandı. Ateşi yükselmeye başlamıştı. Eğilip elini dizine dayadı:

“Şimdi, çiftlikteki İngilizlere teslim olabilir ve hayatta kalabilirsiniz.”

Yüzleri seçilmeyen askerler homurdanmaya başladılar. Şerif işi uzatmanın iyi olmayacağını düşündü; “Arkadaşlar! Bana gelince” diye başladı ve sustu. Askerler de susmuş, öksürüğü tutanlar sessizliği bozmamak için nasırlı elleriyle ağızlarını kapatıyorlardı. Şerif yutkunup konuşmasını sürdürdü:

“Ben teslim olmayacağım ve atıma atlayıp gideceğim. Ya buralarda bir yerde ölürüm ya da memleketime kavuşurum! Benim diyeceklerim bu kadar! Şimdiye kadar vatan için çalıştınız, Allah sizden razı olsun! Hakkımı helal ediyorum, siz de helâl edin!”

Yorgun süvarilerin sesleri yükseldi. Gençlerden birinin hıçkırığı duyuldu. Arkalarda atları üstünde bekleyenlerden Birinci Takım Çavuşu Maraşlı Vakkas, atını yandan dolaştırıp Şerif’in önüne sürdü:

“Sen emir verdin de biz dediğini yapmadık mı?

Sen bize ölelim dersen, ölmeyeceğimizi mi sanırsın?

Düşman Barada boğazını tuttuysa, Duma yanına gideriz.

Orası da tıkandıysa, çekeriz silahımızı, düşman içine dalar ve çemberden çıkarız. Bunu yapamazsak da, birlikte vuruşur, birlikte ölürüz!”

Sessizlik ağır bir yüktü artık. Vakkas Çavuş, olduğu yerde eşinip, sağa sola başını sallayan atının dizginlerini hafifçe çekerek sakinleştirdikten sonra sesini biraz daha yükseltti:

“Şeria’da, Muzeyrib’de, Tefs’de, karanlık vadilerde yolumuzu kesmediler mi? Ölümü göze alıp yolu açmadık mı? Gene yaparız! Hiç olmazsa üçümüz, beşimiz sağ kalır da vatanı savunmaya gider. Biz de bir işe yaramış oluruz!”

Ayaktakiler tüfeklerini omuzlarına asmaya başlamışlardı. Şerif derin bir soluk aldı, içinden “Sağol Vakkas” dedi. Sesi iyice boğuluyordu:

“Hepiniz de ölmeye hazır mısınız?”

Süvariler birlikte yanıtladılar:

“Hazırız!”

“Öyleyse haydi atlara! Gidiyoruz!”

Atlarını Eşrefiye çiftliğinin üst yanından Şam’a sürdüler…

(M: Yıldırım, 58 GÜN, Mustafa Kemal ile Filistin’den Anayurdun Dağlarına, 4. Basım, UDY, 2008, s. 238-9)

MÜCADELENİN ADINI KOYMAK !..

CUMHURİYET

Öyle bir hileli (manipülasyon) süreci yaşıyoruz ki; PKK’ya bir devlet, bir devlet de, Cemaate vermeliyiz.

Cemaate ve PKK’ya birer devlet verirsek, ülkemiz demokrasi cenneti olacak!

Bu iş nasıl olacak derseniz?

Önce PKK ile barış yapacağız.

Bu barışı bize bahşettikleri için, PKK Güney Doğuda bir devlet vereceğiz.

Cemaate özgürlük vereceğiz.

O da gelip devletin geriye kalanına, ABD adına el koyacak!

Yani ülkemizi savunmadan, emek sarf etmeden, ülkemizi emperyalizm adına parçalayacağız. Bunun adı da, demokrasi olacak.

Devletimiz ve topraklarımıza biz hükmetmiyorsak, demokrasi adına kim hükmedecek?

ABD hükmetti mi, orada demokrasi var demektir!

Şunu anlıyorum;

Cemaat, devleti içerden ele geçirmek için şimdilik özgürlük istiyor. Devleti ele geçirme özgürlüğü”…

PKK “barış” istiyor.

Bu barış Güneydoğuda daha rahat örgütlenme isteğinden başka bir şey değil.

Biz cemaatlere ve etnik ayrıcalıklara bir şeyler vereceğiz ki, onlar da kolayca devlet kursunlar. Amerika da, şehir devletlere kavuşsun ki, yönetmesi kolay olsun istiyor.
Bunlara devlet verirsek Türk halkına ne kalıyor?

Esaret.

Yaşadığımız etnik ve cemaatler savaşı, Türkiye’yi parçalama savaşıdır. Hiçbir devlet kendi kendini yok edecek anlaşmalara ve eylemlere girişmez.
Bir söz vardır ya…

Eşyanın tabiatına aykırı diye…

Etnik terörün istediği barış da, cemaatin istediği devlet içinde örgütlenme isteği de, Anadolu topraklarını parçalayarak ABD emrine verme işidir.

Onun için hem PKK’nın hem de Cemaatin arkasında emperyalizm vardır.

İç işbirlikçilerle, iç cephede savaşmak; emperyalizm ile savaşmaktır.

Aslında biz ne PKK, ne de Cemaatle savaşıyoruz.

Emperyalizmin kendisi ile savaşıyoruz.

Kurtuluş Savaşında İngiliz Sterlinleriyle, 19 yerleşim yerinde, isyanlar çıkaranların torunları, şimdi aynı yolda devam ediyorlar.

Her şeyi anlıyorum da;

Bazı solcuların ve sosyal demokratların cemaatin kuyruğuna takılmalarını anlamıyorum.

Önce PKK’nın kuyruğunu takıldılar, şimdi de Cemaatin…

Güç olmak yerine kolaycılığa gidip, kuyrukçu olmak…

Kurtuluş Savaşına göre bir eksiğimiz var. Kurtuluş Savaşının başında, Mustafa Kemal gibi, halka, bilime ve akla inanan birisi vardı.

Olsun.

Vatan savunması başlamışsa, savunma gerçek liderini, mücadele içinde bulacaktır.

Zaten Mustafa Kemal de, mücadele içinde yetişmiş olgunlaşmış bir önderdi.

Alıntı : Bülent ESİNOĞLU :

SARAY SOFRASININ BAŞ KONUKLARI !….

Kaçak sofrası

18 Ağustos 2015 Salı günü, Cumhurbaşkanlığı Sarayında bir “Sofra” kuruldu.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan;
“Milli Mirasımız ve Gelecek Tasavvurumuz.”
Tasavvur, Türkçe bir sözcük değil, Arapça, anlamı şu: Tasarım, amaç, düşünce, niyet, plan.

Sabah gazetesi;“Erdoğan; tarih ve düşünce dünyasından önemli isimleri ağırladı” diye yazdı.

Star gazetesi:“Türkiye’nin sanattan, sinemaya, tarihten, edebiyata kadar çok geniş yelpazedeki kişileriyle istişare yapıldı. Medeniyet değerlerinin geleceğe taşınması ve gelecek nesillere bu çerçevede güçlü bir miras bırakılması için neler yapılması gerektiği konuşuldu.”

Değerli Dostlar,

Gelin, Saray Sofrasının Konuklarını bir de ben size tanıtayım.

MEHMET ŞEVKET EYGİ:

Zonguldak’ta doğmuş, 82 yaşında.
Osmanlı Şeriatçısı.

1968 yılının sonlarına doğru Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 6. Filosu İstanbul’a geldi, Dolmabahçe açıklarında demirledi. Karaya çıkan ABD denizcilerini bir grup Türk genci denize attı! Kuvayı Milliyeci olarak adlandırılan bu gençler, topraklarımızda yabancı asker istemiyorlardı!
Hemen kalemine sarılan Mehmet Şevket Eygi, Bugün gazetesinde şöyle yazdı:

“Bilmiş olunuz ki, büyük fırtına kopmak üzeredir. Müslümanlar ile kızıl kâfirler arasında topyekün savaş kaçınılmaz hale gelmiştir! Komünizm küfrüne karşı derhal silahlanın!”

Mehmet Şevket Eygi, vatansever Türk gençlerini, “Stalin ve benzeri deccalların piçleri, kızıl veletleri” olarak yaftalayıp, Müslüman olarak adlandırdığı gençlerimizin bir bölümünü “komünizm küfrüyle savaşa” çağırıyor, cihad ilan ediyordu.

CIA ajanı Mehmet Şevket Eygi’nin kışkırtmaları, 16 Şubat 1969 Pazar günü hedefine ulaştı.

ABD’nin 6. Filosu’nu protesto eden Kuvayı Milliyeci gençlerle, Milli Türk Talebe Birliği Derneği’nin Milliyetçi gençleri Taksim Meydanı’nda bir birlerine girdiler. ABD’yi savunan Milliyetçi gençler, taşlarla, sopalarla, bıçaklarla saldırdılar.

İki Türk genci bıçaklanarak öldürüldü. O gün tarihe, Kanlı Pazar olarak geçti.

Mehmet Şevket Eygi,Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sol yanında yerini aldı.

KADİR MISIRLIOĞLU

Trabzon’da doğmuş, 82 yaşında.
Osmanlı Şeriatçısı.

12 Haziran 2015 günü Beyaz TV’de, Dinamit adlı programda şunları söyledi:

“90 sene Kemalizm tahribatından sonra bu millet AK Partisi’ni çıkarmıştır!”
“17/25 Aralık 2013’de, AK Partili 4 Bakanın ve çocuklarının rüşvet alıp yolsuzluk yaptıkları iddia edilmiştir. Bu iddialar doğru bile olsa ve benim verilecek bir milyon oyum olsa, yine de hepsini AK Parti’ye verirdim!”

Kırmızı fesiyle televizyon programlarına çıkan Kadir Mısırlıoğlu, İstanbul’da Cerrahpaşa Hastanesi’nde ruhsal hastalıklar bölümünde bir süre tedavi gördükten sonra, Bakırköy Akıl Hastanesi’ne yatırıldı.
Yani, Nur tarikatının şeyhi Said Nursi gibi, Kadir Mısırlığlu da “Tımarhanelik” olmuştu.

HASAN CELAL GÜZEL

Gaziantep’te doğmuş, 70 yaşında.
Milliyetçi-Muhafazakâr.
1983–1986 sürecinde Başbakan Turgut Özal’ın müsteşarlığını yaptı.
1986 yılında Anavatan Partisi’ne (ANAP) girdi.

I. Özal Hükümeti’nde (13 Aralık 1983–21 Aralık 1987), Devlet Bakanı oldu.
Hükümette 4 Mason bakan vardı

II. Özal Hükümetinde (21 Aralık 1987–9 Kasım 1989), Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı oldu. Bakanlar Kurulu’nda 5 Mason bakan bulunmaktaydı.

Bu durumlar, milliyetçi ve muhafazakâr Hasan Celal Güzel’i rahatsız etmemişti.

ANAP’tan ayrıldıktan sonra Hasan Celal Güzel;

“ANAP, Türkiye’de yolsuzluk ve hırsızlık düzenini kuran partidir. ANAP aslında, bir siyasi parti değil bir menfaat şebekesidir.” sözleriyle siyasete damga vurmuştur.

1992 yılında Yeniden Doğuş Partisi adında bir parti kurdu. Tek başına iktidar olmayı tasarlıyordu.

1995 Milletvekili Genel Seçimleri öncesi yürüttüğü kampanya sırasında, yolda gördüğü her kişiyi kolundan tutup çekiyor, kucaklayıp öpüyor ve oy istiyordu.

Yeniden Doğuş Partisi, 1995 seçimlerinde % 0,34 oy aldı!

Hasan Celal Güzel, şansını 1999 Milletvekili Genel Seçimlerinde de denedi.

Yine seçim öncesi, herkesi kucaklayıp öpüyor, oy istiyordu.

Ancak sonuç daha da kötü çıktı! Seçimlerde % 0,14 oy almıştı!

Bilge Türk halkı, hırsızlık düzenini kuran menfaat şebekesinin eski bakanına yüz vermemişti!
Ancak, bilge Türk halkının yüz vermediği Hasan Celal Güzel, Saray sofrasında yer bulmuştu!

VEHBİ DİNÇERLER

Gaziantep’te doğmuş, 75 yaşında.
İnşaat Mühendisi.
Milliyetçi-Muhafazakâr.
Osmanlı Şeriatçısı.

ANAP’ın kurucu üyesi.

I. Özal Hükümeti’nde Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı oldu. Milliyetçi ve Muhafazakar Vehbi Dinçerler’in görev yaptığı hükümette 4 Mason bakan ulunuyordu.

Milliyetçi-Muhafazakâr Yıldırım Akbulut Hükümeti’nde (9 Kasım 1989- 23 Haziran 1991), Devlet Bakanı oldu. Bakanlar Kurulu’nda 4 Mason bakan bulunmaktaydı,

Mason Mesut Yılmaz’ın kurduğu birinci hükümette (23 Haziran 1991–20 Kasım 1991), Devlet Bakanı oldu. Hükümette 3 Mason bakan bulunmaktaydı.

Ancak, Milliyetçi-Muhafazakâr Vehbi Dinçerler, bir Mason başbakanın buyruğu altında, üç Mason bakanla birlikte sorumluluk taşımayı milliyetçiliğine, muhafazakârlığına aykırı görmemişti.

RASİM ÖZDENÖREN

Kahramanmaraş’ta doğmuş, 75 yaşında.
Osmanlı Şeriatçısı.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü mezunu.
İki yıl ABD’de eğitim görmüş.
Kitapları var:
“Müslümanca Yaşamak”
“Müslümanca Düşünme Üzerine Denemeler”
“Ruhun Malzemeleri”
“Ben ve Hayatım ve Ölüm”

31 Mayıs 2013 tarihinde, Taksim Gezi Parkı olayları adı verilen bu ayaklanmada, çoğunluğu gençlerimiz olan halkımız asla şiddete başvurmadı. Devletin güvenlik güçleri, bir aya yakın süren bu ayaklanmayı, çok ağır şiddet kullanarak, 7 gencimizi öldürüp onlarcasını kör edip yaralayarak bastırdı.

Rasim Özdenören, Taksim Gezi Parkı ayaklanmasını,

“Bazı mihrakların hükümeti devirmek üzere harekete geçmişti” diyerek yorumlamaktadır.
Barşçıl yönetmlerle ayaklanan gençlerimizi Rasim Özdenören, “çapulcu”, “saftrik” olarak yaftalamaktadır.

Rasim Özdenören, Taksim Gezi Parkı olaylarını, daha sonra ortaya çıkan olaylarla ilişkilendirmekte ve şunları söylemekteydi:

“Gezi Patırtısı orada bırakıldı mı?

Hayır!

Ardından 17/25 Aralık 2013 olayları kopartıldı.

30 Mart 2014 ve arkasından Cumhurbaşkanlığı seçimleri arifesinde kopartılan patırtılar…

Tüm bunlar, bir hükümet darbesi planının öncü kaltabanlıkları olarak sahnelendi.”

Kaltaban, Türkçe bir sözcük değil, Farsça. Anlamı: Namussuz, hileci, düzenci, yalancı şarlatan.

ERTUĞRUL DÜZDAĞ

Bursa’da doğmuş, 74 yaşında.
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi mezunu.
Osmanlı Şeriatçısı.

Nurcu, yani Nur tarikatının müridi.

Nur tarikatının kurucusu, “tımarhanelik” Said Nursi’dir.

Tımarhanelik Said Nursi’nin yazdığı kitapçıklara, Risale-i Nur adı verilmektedir.
Akla, mantığa ve İslam dininin kutsal kitabı Kuran’a karşı uydurma söylemlerle dolu olan Risale-i Nur hakkında Ertuğrul Düzdağ incelemelerde bulunmuş, Nur tarikatına hizmet etmiştir.

Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislam Ebussuud Efendi’nin Fetvaları üzerine de sosyolojik bir araştırma yapmıştır.

Ebussuud Efendi, özellikle Kanuni Sultan Süleyman zamanında verdiği fetvalarla ünlenmiştir.

Şeyhülislam Ebussuud Efendi fetvalarında, şarap içenlerin öldürülmesine, zina suçu işleyen kadınların “recm” edilmesine, yani başına kadar toprağa gömülüp taşlanarak öldürülmesine, Ramazanda oruç tutmayan, namaz kılmayanların öldürülmesine karar vermiş insanlık duygularından yoksun bir din adamıdır.

Ebussuud Efendi; istiridye ve midye yenmesini yasaklamış, pırasa yiyenlerin mescide gitmesine yasak koymuş bir sapkındır.

Ebussuud Efendi, Kuran’ın çok açık ayetlerini çiğneyerek, Alevilerin öldürülmesine, öldürülen Alevilerin karılarının ve kızlarının ırzına geçilmesine fetva vermiş, tarihte az rastlanan bir katliam azmettiricisidir.

HASAN ÇELEBİ

Erzurum’da doğmuş, 78 yaşında.
Osmanlı Şeriatçısı.

1964’den sonra Hattat olmuş.
Arapça el yazısına “Hat” denilmektedir.
Hattat; Arapça el yazısı çok güzel olan sanatçıya verilen isimdir.

Mekke ve Medine’de bazı camilerde hattatlık yapmış.
Sultanahmet Camisi ve Hırka-i Şerif Camisi’nin kubbe yazılarını yazdı.

Üsküdar Belediyesi, Hattat Hasan Çelebi’ye Saygı Gecesi düzenledi.
Gecede konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan şunları söyledi:

“Bizim medeniyetimiz, hattat Hasan Çelebi hocamızın engin gönlündeki birikimdir. Ona baktığımızda sadece hat sanatını değil, bütün medeniyeti görürüz.”

Hattat Hasan Çelebi’nin hatları, Arapçadır. Arapça, kutsal bir dil değildir.

Türklerin dili, Türkçedir.

600 yıla yakın Osmanlı boyunduruğunda yaşayan Anadolu Türkleri, Arapça yazmayı da Arapça konuşmayı da öğrenmemişlerdir!

Türkler, Arapçayı reddetmiş, ana dilleri Türkçeyi sahiplenmiştir.

Bugün bir Türk, bir hat yazısına baktığında, hat yazısı göze ne denli estetik görünse de, yazıdan hiçbir şey anlamaz!

Türkler, anlamadıkları bir dil olan Arapça hat yazısına baktıklarında, hiçbir medeniyetin izini görmezler.

Arapçayı Türkçeden üstün görenler, Arapça bir yazıya baktıklarında büyük bir medeniyet görenler, ya Arap milliyetçileridir ya da Osmanlı Şeriatçısı.

MESUT UÇAKAN

Kırıkkale’de doğmuş, 62 yaşında.
Sinema filmi yapımcısı ve yönetmeni.
Sinema ve TV filmleri için senaryolar yazmış, senarist.

İskilipli Atıf Hoca/Kelebekler Sonsuza Uçar adlı bir filmin yapımcısı. Bu film, Antalya Altın Portakal Halk Jürisi Ödülünü almış.

İsklipli Atıf Hoca, Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkmış, İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne üye olmuş ve Teâli-i İslam Cemiyeti’nin başkanlığını yapmıştır.

İsklipli Atıf Hoca, 26 Ocak 1926 tarihinde Ankara İstiklal Mahkemesinde vatana ihanetten yargılanıp asılmıştır.

Mesut Uçakan, “Muhteşem Yüzyıl” adlı televizyon dizisine karşı çıkmış, eleştirmiştir.
Onun bu eleştirisi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın aynı filmle ilgili yaptığı eleştiriyle eş zamanlıdır.

Mesut Uçakan:

“Osmanlı’nın en gelişmiş çağında ortaya çıkan medeniyet ruhu yansıtılmıyor!”

Recep Tayyip Erdoğan ve Mesut Uçakan;

Kanuni Sultan Süleyman’ın öz oğlu Mustafa’yı boğdurmasını, boğuluşunu bir tül perde arkasından izlemesini gösteren sahneden rahatsız olmuşlardır!

Recep Tayyip Erdoğan ve Mesut Uçakan; Harem denilen, padişahın seks köleleri hapishanesindeki kızları, kadınları açık saçık giyinmiş gösteren sahnelerden de rahatsız olmuşlardır! Değil açık saçık, Haremin seks köleleri, çoğu zaman çıplak gezinirlerdi!

Osmanlı ile ilgili gerçekleri Türk halkının bilinmesini istemeyen Recep Tayyip Erdoğan’ın eleştirisinden sonra, dizinin kahramanı Hürrem Sultan, tesettüre girmişti!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, dizinin geleceğini tehdit eden eleştirisini Mesut Uçakan şöyle yorumlamıştı:

“Başbakan istediği eleştiriyi yapar!”

Ferman Başbakanımındır, diyen Mesut Uçakan, elbette Cumhurbaşkanı’nın sofrasında yerini alacaktı!

PROF. DR. İHSAN SÜREYYA SIRMA

Siirt’in Pervari ilçesinde doğmuş, 71 yaşında.

Osmanlı Şeriatçısıdır.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunu. Paris’te İslam Tarihi konusunda doktora yapmış. İslam tarihçisi ve yazarı.

Şu kitapların yazmış:

“Ezan Ya Da Ebedi Kurtuluş”
“İşte Önderimiz Hz. Muhammed”
“Müslümanların Tarihi”
“II. Abdülhamid’in İslam Birliği Siyaseti”

İhsan Süreyya Sırma, İran’daki “Molla Rejiminin” hayranıdır.

Nur tarikatının şeyhi “tımarhanelik” Said Nursi’ye “Üstadım” diyerek hayranlığını açıklıyor,

Cumhuriyetin “Harf Devrimine” karşı çıkmakta, Arap alfabesinin terk edilmesini eleştirmekte ve şöyle demektedir:

“Bizim Cumhuriyetimizin, Cumhuriyetle alakası yok. Tevhid-i Tedrisat, harf devrimi oldu, ilim adamı kalmadı. Hiçbir millet kendi kültürüne böyle darbe vuramaz. Çin alfabesi dünyanın en zor alfabesi, ama terk etmiyorlar. Kaldırılsa, Çin tarihi gider.”

Adının önünde bilim adamı unvanları olan bir kişi, beş cümlede beş yanlış yapar mı?

Türklerin dili Türkçedir, Arapça değil!

Arap Alfabesi, Arapların alfabesidir, Türklerin değil!

600 yıla yakın Osmanlı’nın boyunduruğunda yaşayan Anadolu Türkleri Arapçayı öğrenmemişler, Arap alfabesini reddetmişler, kendi dillerine, Türkçeye sarılmışlardır.

Osmanlı’nın mekteplerinde, medreselerinde fen bilimleri, yani Matematik, Fizik, Kimya, Geometri, Biyoloji, Astronomi, Tıp ve Felsefe öğretilmemiştir. Bu nedenle, 600 yıla yakın Anadolu’da ilim-bilim adamı yetişmemiştir!

Atatürk’ün gerçekleştirdiği Cumhuriyet Devrimlerinden sonra Anadolu’dan Türk bilim adamları çıkmıştır!

Çinliler, elbette başkalarına ne kadar zor gözükse de, kendi alfabelerinden, yani Çin alfabesinden vazgeçmezler. Böyle bir seçenek söz konusu bile olmaz!

Harf Devrimi ile Türkler, kendi alfabelerini değil, Arap alfabesini terk etmiş, özüne dönmüştür!

HASAN AKSAY

Adana’da doğmuş, 84 yaşında.
İlahiyat Fakültesi mezunu.
Milli gazetenin başyazarlığını yaptı.

Dört dönem milletvekilliği yapmış.
Milli Selamet Partisi (MSP) kurucusu Necmettin Erbakan’dan sonra partinin ikinci büyük ismi.
Milli Görüş Hareketi’nin öncülerinden.

Mason Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan Birinci Milliyetçi Cephe Hükümeti’nde (31 Mart 1975–21 Haziran 1977), Devlet Bakanı oldu.

Bakanlar Kurulu’nda 8 Mason bakan bulunmaktaydı.

Dindarlığını öne çıkaran Hasan Aksay; bir Masonun buyruğunda, 8 Mason bakan ile birlikte sorumluluk taşımakta bir sakınca görmemişti.

Almanya’daki Milli Görüş Hareket adı altında Müslüman Türklerden topladıkları paraları ve Cihat Paralarını zimmetine geçiren MSP’li yöneticilerin en başta geleni olmuştu.

YAVUZ BAHADIROĞLU

Rize’de doğmuş, 70 yaşında.
Gerçek adı, Niyazi Birinci.

Osmanlı Şeriatçısı.
Bir kişi neden hem adını hem soyadını değiştirir?

Yavuz Bahadıroğlu, Nur Cemaati’nden.
Yani, tımarhanelik Said Nursi’nin kurduğu Nur tarikatının müritlerinden.

Tarih romanları yazmış, adını tarihçiye çıkartmış.

Osmanlı torunu olduğunu söylüyor.

Osmanlı padişahları, II. Murat’tan başlayarak cariye adını verdikleri Hıristiyan/Yahudi seks köleleriyle cinsel ilişki yaşamışlardır.

Seks köleleriyle nikâhsız birlikte olmuşlardır.

Nikâhsız birliktelikten doğan çocuklara Arapça, “Gayrimeşru”, “Veledi Zina”, Farsça “Piç” denilmektedir.

Baştan birkaçı hariç, Osmanlı Padişahları “Veledi Zina”, “Piç” tirler.

Baştan birkaçı hariç, Osmanlı padişahları, anne tarafından dedelerinin ve anneannelerinin kim olduğunu hiç bilememişlerdir.

İşte, Yavuz Bahadıroğlu, böyle bir sülalenin torunu olduğunu söylemektedir.

Yavuz Bahadıroğlu, tv net’de “Derin Tarih” adlı programda, tamamı uydurma hikâyelere, masallara, efsanelere dayalı Osmanlı tarihini anlatmaktadır. Bu uydurma masallarda

Osmanlı’yı yüceltmekte, gençlerimizin beyinlerini yıkamaya çalışmaktadır.

Yavuz Bahadıroğlu, Küresel Çete’nin aktörlerinden biridir.

Değerli Dostlar,

Şimdi gelin yüzleşelim.

Saray sofrasındaki CIA ajanları, Osmanlı Şeriatçıları, tımarhanelikler, hırsızlık düzenini kuran menfaat şebekesinin eski bakanları, Nurcular, Arap milliyetçileri, Küresel Çete’nin aktörleri, büyük yolsuzluk ve rüşvet olaylarını yalayıp yutanlar, Masonlarla al takke ver külah olanlar ve Arapçayı Türkçeden üstün görenlerle mi, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan medeniyet değerlerimizi geleceğe taşıyacak?

Yılmaz Dikbaş
20 Ağustos 2015 Perşembe
dikbas@kalinka.com.tr

WordPress.com'da Blog Oluşturun.

Yukarı ↑