RUS DEVRİMİ (1917-1922)

RUS DEVRİMİ-1

Rus Devrimi, 13 Şubat 1917 günü, Petrograd’ta, açlık çeken ve eksi yirmi beş derecede ekmek kuyruklarında bekleşen kadınların fırınlara saldırmasıyla başladı. Devrim, Miladi Takvimle 7 Kasım, Julyen Takvimi’yle 25 Ekim 1917’de, yeni bir aşamaya geldi. Bolşevikler yönetime el koydu ve Sosyalizmin kurulacağı açıklandı. Günün özgün koşullarının ve iyi örgütlenmiş bir parti yetkesinin yarattığı yeni devletin, sosyalizmi ne düzeyde temsil ettiği hala tartışılıyor. Ancak, göz ardı edilemez bir gerçekliktir ki, Sovyet Devleti 20. yüzyıla damgasını vurmuş ve Sosyalizmi ‘kitap sayfalarından’ çıkararak, yaşamın içine taşımıştır.

‘Düş’ Gerçek Oluyor

Sosyalizm, Rus Devrimi’ne dek, aydın ve işçi kümeleri dışında pek ciddiye alınmamıştı. İşadamları, hükümet yetkilileri ve kurulu düzen yandaşları sosyalistleri uzun süre, düş peşinde koşan serüvenciler olarak gördü. Onlara göre, 1871 Paris komünü, yerel beceriksizliklerin yol açtığı küçük bir toplumsal yanlışlıktı ve hemen düzeltilmişti. Sosyalizm, kitap sayfalarında kalacak bir düştü.

Kadınlar

Çarlığın kısa sürede yıkılmasına neden olan Şubat Devrimi’ni Petrogradlı kadınlar başlattı. Kitle eylemlerine karşı hazır durumunda tutulan Petrograd garnizonuna, iyi örgütlenmiş polis ve kazak birliklerine karşın, eylemler hızla yayıldı. İşçiler arasında, ortak bir eylem için herhangi bir anlaşma yapılmamış olmasına karşın; kadınlar, 13 Şubat 1917 günü “barış ve ekmek” diyerek Petrograt sokaklarına çıktı.

Kadınları gören dükkân sahipleri kepenklerini kapatıp onlara katıldı. Rus Ordusu’nun en acımasız birlikleri olan kazaklar eyleme müdahale etmemişti. Ertesi gün yapılan gösterilere işçiler de katıldı. Göstericiler kazakları alkışlıyor, polisler de az ötede olayları izliyordu. Üçüncü gün çeşitli örgütler, özellikle Bolşevikler, gösterilerin yönetimini ele aldı. Artık yalnızca ‘barış ve ekmek’ değil ‘Kahrolsun Despotizm’ sloganları da atılıyordu. Kendiliğinden oluşan halk tepkisi, önlenemez bir politik eyleme dönüşmüştü.

Kazaklar Ateş Etmiyor

Olaylar olağanüstü bir hızla yayıldı. Polis bu kez, daha önceleri yaptığı gibi halkın üzerine ateş açmaya başladı. Kazaklar ve askerler ateş açmak istemiyordu. Subayların zorlamasıyla önce havaya daha sonra yerdeki buzlara ateş ettiler. Kışlalarda kıpırdanmalar başlamıştı. O günkü olaylardan etkilenen askerler, bundan böyle halkın üzerine ateş açmamaya karar vererek ayaklandı. Ertesi gün kışlalardan çıkan askerler işçilere katıldı. 28 Şubat’ta ordunun silah deposunu ele geçirdiler ve 40.000 tüfeğe el koyarak, birkaç saat içinde işçi mahallelerine dağıldılar. (1)

Çarlık Yıkılıyor

300 yıllık Rus Çarlığı, başkentinde yoğunlaşan kitle eylemleriyle birkaç gün içinde yıkıldı. On yıllarca ‘donmuş durumda kalan muhalefet’ bir anda canlanmış ve kitleler, yarattıkları devrimin sunduğu sınırsız özgürlük ortamında, kurtulmak istedikleri baskı düzenini tarihin arşivine yollamıştı. Çarlığı deviren Şubat ayaklanmalarında yalnızca 200 kişi ölmüş 1300 kişi yaralanmıştı. (2)

Karenski ve Geçici Hükümet

Şubat Devrimi’nden sonra Bolşeviklerin katılmadığı Kerenski başkanlığında geçici bir hükümet kuruldu. Geçici hükümet, çalışmalarını parlamento niteliğindeki ‘Duma’ ile yürütüyordu. Rusya’ya özgü bir yapı olarak 1905’de ilk örneği görülen ve işçi-köylü temsilcilerinden oluşan Sovyetler ise Duma’dan bağımsız bir çalışma yürütüyordu. Sekiz ay süren iki başlılık Ekim Sosyalist Devrimi’yle sona erdi ve bütün iktidar, Sovyetlerde toplandı.

Geçici Hükümet, Rus halkının ruh yapısını ve istemlerini kavrayamamıştı. Savaş istemeyen milyonlarca insana karşın hükümet; şerefli savaştan, zaferden söz ediyordu. Duma’yı Batı Avrupa parlamentoları sanıyor ve soyut bir demokrasi havariliğine soyunuyordu. Ancak, çalışmalarını tehlikeli gördüğü Bolşevik Partisi’ni kapatmaktan geri kalmıyordu. Büyük toprak sahiplerinin arazilerine el koyan köylülere karşı sert davranıyor; grevci işçilere, askerlere, ‘kamu düzenini sağlama’ gerekçesiyle baskı uyguluyordu.

Geçici Hükümet, kendisini yönetime getiren kitlelerden hızla uzaklaştı. Şubat Devrimi’nden sonra yoğun biçimde Geçici Hükümet’i destekleyen işçi ve askerler desteklerini Bolşeviklere çevirdi. İyi örgütlenmiş ve kitlelerin istemlerine somut çözümler öneren Bolşevik Partisi, Haziran’da yapılan ‘I. Sovyet Kurultayı’nda, delegelerin yalnızca yüzde 10’unu kazanmışken, Ekim’de bu oranı yüzde 52’ye yükseltmişti. Birinci kurultayda delegelerin yüzde 84’ünü elinde bulunduran ve Geçici Hükümet’i kuran Menşeviklerle sağ kanat Sosyalist Devrimcilerin delege oranı ise yüzde 26’ya düşmüştü. (3)

Ekim Devrimi

24 Ekim gecesi saat ikide Bolşevik milisler ve askerler, küçük birimler halinde; garları, elektrik santrallerini, silah depolarını, basımevlerini, telgraf ve telefon merkezlerini, bankaları işgal etmeye başladı. Tutuklu Bolşevikler serbest bırakıldı.

Kışlık Saray’a sıkışan geçici hükümetin iletişimi kesilmişti. Kızıl muhafızlar, denizciler ve askerler sarayı kuşatmış, ünlü ‘Avrora Kruvazörü’ de kuşatmaya katılmıştı. 25 Ekim Saat 17:00 de Kışlık Saray düşmüştü. Bolşevik güçleri aynı gece Petrograd’ın bütün kritik noktalarını ele geçirdi. Dünyada, Paris Komünü’nden sonra ilk kez sosyalist bir yönetim kurulmuştu.

Devrim’in Öncelikleri

Sovyet yönetiminin ilk girişimi, savaşan uluslara barış önermek oldu. Hemen ardından büyük toprak sahiplerine, Çarlığa ve kiliseye ait olan toprakların ve taşınmazların, köylü komitelerince teslim alınmasını kabul etti.

Beşten fazla işçi çalıştıran iş yerleri kamulaştırılacak, bütün uluslara ‘kendi kaderini tayin’ hakkı tanınacaktı. Sovyetler Birliği’nin ve tüm Doğu’nun yoksul uluslarına yakın olunacak, onların ulusal bağımsızlık istemlerine saygı gösterilecek ve yardım edilecekti. Bu anlayışla, Aralık 1917’de Finlandiya, Ağustos 1918’de Polonya’nın bağımsızlığı kabul edildi.

Barış Anlaşması

Sovyetler Birliği, 17 Aralık 1917’de Almanya ile ateşkes, 3 Mart 1918’de de Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve Osmanlı İmparatorluğu’yla ‘Brest-Litovsk Barış Antlaşması’nı imzaladı.

Bu anlaşmayla Sovyetler Birliği, 46 milyon insanın yaşadığı bir milyon kilometre kareden fazla toprak yitirdi. (4) Polonya, Litvanya, Courland, Riga, Belarusya ve Kafkasya’nın bir bölümü bırakıldı. Kafkasya’dan Kars, Ardahan ve Batum Türkiye’ye verilmiş, diğerlerinin geleceği Bağlaşık Devletleri kararına bırakılmıştı.

Devrim’in Öğrettiği

Ekim Devrimi, kurulu düzene karşı toplumun büyük bir bölümünden bu düzeyde destek alan ender olaylardan biridir. Kitlelerin ruh halini kavrayan iyi örgütlenmiş partilerin, toplumsal gerilimlerin arttığı özel dönemlerde, geniş yığınları yönetebileceği ilk kez Rus Devrimi’nde görülmüştür.

Rus Kentsoyluluğu (burjuvazisi), Çar buyrukçuluğuna karşı savaşım içinde gelişen işçi sınıfına göre; kötü örgütlenmiştir. Politik yönden deneyimsiz ve yetersizdir. Bu yüzden demokratik devrimin öncülüğünü, Rusya’da işçi sınıfı üstlenmiştir.

Bolşevikler, ulusal bağımsızlık, barış ve toprak sorununu içeren demokratik eylemle, kentsoyluluğu alt etmeye yönelik ‘sosyalist’ eylemi tek bir süreçte birleştirmeye çalışmıştır. Oysa Marksizm’e göre sosyalist devrimin başarı kazanabilmesi için, üretici güçlerin sosyalist ekonomiyi gerçekleştirebilecek düzeyde gelişmesi ve işçi sınıfının yüksek bir kültüre ulaşmış olması gerekiyordu.

Sosyalizme geçecek ülkelerin; burjuva demokratik devrimlerini tamamlamaları, kapitalist gelişim sürecinde yüksek bir düzeye erişmiş olmaları ve bu işe birkaç gelişmiş ülkenin birlikte girişmeleri gerektiği, bir zorunluluk olarak ileri sürülüyordu. Bolşevik yönetimin sosyalizmi kurmaya yönelmesini onaylamayan zamanın kimi sosyalist kuramcıları, sosyalist devrimin Rusya’da başarıya ulaşamayacağı, ulaşsa bile yönetimi elinde tutamayacağını söylüyordu.

Lenin’in ve Bolşevik önderlerin büyük bölümünün dogmacılıkla suçladığı bu görüş, Sovyetler Birliği’nin kendiliğinden yıkıldığı 1991 yılına dek 73 yıl geçerli oldu.

Ödenen Bedel

Bolşeviklerin, yönetimi elde etmeleri kolay oldu ancak korumaları için yüksek bedel ödemeleri gerekti. Devrim’den hemen sonra dağılan Çar Ordusu’nun kimi general ve subayları, beysoylu (aristokrat) kökenli askeri okul öğrencileri, yönetim ayrıcalıklarını yitirenler, kilise ve büyük toprak sahipleri ayaklandı.

Dışarıdan yapılan akçalı ve askeri yardımlar, karşı devrimcileri uzun süre ayakta tuttu ve iç savaş 1922’ye dek sürdü. Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren öncü işçi kadrolar ve askerlerin önemli bir bölümü iç savaş sırasında öldü ya da yaralandı.

1917’de 3 024 000 olan sanayi işçilerinin sayısı; 1922’de 1 243 000’e düştü. Üstelik bu işçilerin tümü eski sanayi işçileri değil, savaşa gitmemek için işe giren esnaf, öğrenci ve orta sınıf işsizleriydi. (5) Dünya savaşı ve iç savaş, Rusya’nın nüfusunu yüzde 10 azaltmıştı. Fabrikalar, demiryolları tahrip olmuş, sınai üretim gerilemiş, mali ve ticari düzen dağılmıştı.

Metin Aydoğan, “Kuramsal Aktarım”, 7 Kasım 2018

DİPNOTLAR

(1) “Rusya’da Büyük Ekim Devrimi” Dev.ve Karşı Dev.Ans., Gelişim Yay. sf.638

(2) “Rusya Şubat-Mart 1917” David Floyd, 20.yy Tarihi, Sayı 21, sf.420

(3) “1917 Devrimi” Y.N.Gorodetski, 20.yy. Tar., Gelişim Yay. S: 22, sf.429

(4) “BrestLitovsk Antlaşması” JaroslovVatenta, 20.yy Tarihi, Arkın Kit., Sayı 22, sf.436

(5) “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 2.Cilt, sf.607

https://kuramsalaktarim.blogspot.com/search?q=RUS+DEVR%C4%B0M%C4%B0

DEMOKRAT PARTİ VE AKP (ADNAN MENDERES’TEN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A)

AKP ve demokrat parti resim

Demokrat Parti, 1950-1960 arasında aralıksız on yıl Türkiye’yi yönetti. Siyasi ve ekonomik uygulamaları, 60 yıl sonra Kemal Derviş’in Dünya Bankası’ndan getirdiği ve AKP hükümetlerinin uyguladığı programın hemen aynısıydı. DP Programında, (20, 21, 24, 43 ve 74. maddeleri); “yerel yönetimlere yetki devridevletin küçültülmesi, liberal ekonomi, devlet tekellerinin özelleştirilmesi, yabancı sermaye teşviği ve iç-dış borçlanma” nın gerekli olduğu yer alıyordu. Bunların tümünü şimdi AKP uyguluyor. Adnan Menderes, “istersek hilafeti de getiririz”, “odunu koysam seçtiririm” diyordu; Recep Tayyip Erdoğan, hilafeti getiriyor, dilediğini seçtiriyor. Yetmiş yıl öncesinden gelen ve birçok kişi için şaşırtıcı olan bu benzerlik; emperyalizmin, Türkiye’de Atatürkçülüğün yok edilmesine verdiği önemin ve sabrın bir göstergesidir.

Siyasete Yön Verenler

Demokrat Parti, savaş sonrasında ABD öncülüğünde kurulmakta olan Yeni Dünya Düzeni’nin bilinen koşulları içinde ortaya çıktı/çıkarıldı. Çok partililiği dayatan ve bunu Birleşmiş Milletler’e katılmanın koşulu yapan ABD’ydi. Türkiye’nin siyasi düzenine biçim verirken, “Türkiye’de iktidar da muhalefet de Birleşik Devletler yanlısı olacak” diyorlardı. Bu ereği, Demokrat Parti’den başlayarak bugün yönetimde olan AKP’ye dek gerçekleştirdiler. Demokrat Parti’nin söyleyip yaptıklarıyla, AKP’nin uygulamaları birlikte değerlendirildiğinde, emperyalizmin amacı yönünde ne denli başarılı olduğu görülecektir.

1950’lerinTürkiye’yi, çoklu parti düzenine hazır değildi. Demokrat Parti, Cumhuriyet Halk Partisi’yle aynı toplumsal yapıya dayanmak zorundaydı. Türkiye, Atatürk’ün 1923’te yaptığı sınıfsal saptamaları büyük oranda koruyor ve köylülüğe dayanıyordu. Ayrımlı siyasi partileri gerekli kılacak sınıflar henüz oluşmamış, uluslaşma süreci henüz tamamlanmamıştı. CHP ve DP’nin 1950-1960 arasındaki düzeysiz çatışmanın nedeni, kitlesel tabanın ortak olmasıydı.

1950-60 arasında yaşanan çatışmalar sürecini, belki de en iyi biçimde Yakup Kadri Karaosmanoğlu yansıtır. Anılarında, o dönemi sorgularken şunları yazar: “Ve iki kişi arasındaki (İnönü-Menderes) kör dövüşüne katılmaktan kim kurtulabilmişti? O kör dövüşünün sarmadığı hiçbir kent, hiçbir kasaba, hiçbir köy hatta hiçbir dağbaşı bırakılmamıştı. Evlere, okullara, mabetlere kadar yayılmıştı. Evladı babayla, kardeşi kardeşle, dostu dostla saç saça baş başa getirmişti… Ben gençliğimin en olumlu, en verimli ve en mutlu çağını Atatürk’ün büyük ve ihtişamlı döneminde yaşamış bahtiyarlardan biriydim. Ve şimdi içinde bulunduğum dönemde kendimi, yüksek bir yayladan çukur ve bataklık bir vadiye düşmüş hissediyordum. Bir zamanlar her soluk aldıkça canıma can katan o yayla havasından sonra, buranın mikroplu ikliminden ‘habis’ bir sıtmaya tutulmuş gibiyim”. (1) 

Kuruluş

Demokrat Parti 7 Ocak 1946’da kuruldu. Kuruluşun görünürdeki nedeni, dört CHP milletvekilinin (Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü) 1945 Haziran’ında Meclis’e, “TBMM’nin hükümeti denetleyebilmesi, Anayasa ile bağdaşmayan yasaların değiştirilmesi ve seçimlerin serbestçe yapılması için” önerge vermeleriydi. “Dörtlü takrir” diye ünlenen önergeleri “reddedilen” bu milletvekillerinden üçü CHP’den çıkarıldı, Celal Bayaristifa etti.

Dört milletvekili, zaman yitirmeden yeni bir parti kurmak için, basın yoluyla karşıtçılığa (muhalefete) başladılar. Demokrasiye ve çok partililiğe geçiş olarak tanımlanan süreç böyle başladı.

Demokrat Parti’nin ilk genel başkanı, Cumhuriyet döneminin etkili isimlerinden Celal Bayar oldu. Bayar, Cumhurbaşkanı seçilince Adnan Menderes Genel Başkan oldu.

Yapay Sertlik

Daha başlangıçta uzlaşmaz bir karşıtçılık yürüteceği anlaşılan Demokrat Parti, Nisan 1946’daki belediye seçimlerini boykot etti ancak Temmuz’da yapılan genel seçimlere katılma kararı aldı. Mareşal Fevzi Çakmak’ı, listesinden bağımsız aday gösterdi ve örgütlenmesini tamamlayabildiği yerlerde seçime katılarak 62 milletvekili çıkardı.

Bu sonuç, çoğunluk dizgesinin uygulandığı bir seçimde, yeni kurulan bir parti için büyük başarıydı. Buna karşın, seçimden hemen sonra, 465 milletvekilliği için ancak 273 aday gösterebilmiş olmasına (2)  ve somut bir kanıta dayanmamasına karşın, “seçimde hile yapıldığı ve iktidara gelmelerinin önlendiği” savıyla saldırgan bir siyasi savaş başlatıldı, mitingler düzenlendi. İstanbul basını, genel olarak Demokrat Partiyi, özel olarak da giriştiği eylemleri destekledi.

Genel seçimlerden altı ay sonra, 7 Ocak 1947’de Birinci Büyük Kurultay düzenlendi ve partinin “savaşım yöntemleri” saptandı. Kurultaya katılan kimi delegeler, saldırgan bir ataklık içindeydiler. “Devrimdenihtilaldenhürriyet için ölmekten” söz ediliyor; “isyanın, ihtilalin bir hak olduğu”, ileri sürülüyordu. (3)

“Hürriyet Misakı” ve Demokrat “İhtilalciler”

“Hürriyet Misakı” (Özgürlük Andı) adı verilen ünlü bildiri, bu Kurultayda kabul edildi. Bildiriyi hazırlayan Adnan Menderes’in başkanı olduğu Ana Sorunlar Komisyonu, komisyonundan çok, bir devrim karargahı havasındaydı. Bir üye bu havayı daha sonra şöyle anlatacaktır: “Kendimizi Fransız İhtilali’nin ilk isyancıları gibi görüyorduk. 1946 seçimlerinde, değil millet olarak, kişi olarak da tahammül edilmesi mümkün olmayan bir zulme uğradığımız kanısındaydık. Kimimiz Danton, kimimiz Robespier gibi konuşuyordu. Daha sonra bize Mareşalin: ‘Karılarınızın ırzına geçer gibi reylerinizi çaldılar’ diye çıkışacağı bir oy hırsızlığına inanmışız… Komisyonu etkimiz altına alıyoruz. Toplu harekete geçmek, ayaklanmak ve bütün milleti ayaklandırmaktan söz ediyoruz. Bir komisyon değil, sanki tek bir kibritle parlayacak petrole bulanmış bir bez yumağı gibiyiz”. (4)

Demokrat Parti’lilerin başlattığı “isyanın” altında Fransız İhtilali değil, Cumhuriyet’e veAtatürk’e saldırı vardı.

“Husumet Andı”

Haziran 1949’da yapılan İkinci Büyük Kurultay, aynı hava içinde, üstelik daha da sertleşerek, hükümete gözdağı veren söylevler, yasadışı gözkorkutmalar (tehditler) içinde yapıldı. Aradan geçen iki yıl içinde ülkenin birçok yöresinde mitingler yapılmış, yurtiçi-yurtdışı ilişkiler geliştirilmiş ve aşırı bir özgüven havası içine girilmişti. Birinci Kurultay’da kabul edilen Hürriyet Misakına benzer biçimde, bu kurultayda “Husumet Andı” (Düşmanlık Andı) adı verilen ve hükümete yöneltilen gözdağı niteliğinde olan bir başka bildiri kabul edildi.

1950’de yapılacak seçimler için izlenecek yol ve yöntemin belirlendiği “HusumetAndı”nda; “Hürriyet Misakı”nda dile getirilen konuların hükümet tarafından yeterli özenle ele alınmadığı, anti-demokratik yasaların değiştirilmediği ve seçim güvenliğini sağlayacak değişikliklerin yapılmadığı dile getiriliyordu. CHP’nin, “bir tertip hazırlığı içinde”olduğu söyleniyor, bu tertibin “ayaklanma dahil her yolla” önleneceği açıklanıyordu. (5)

Saldırganlık

İkinci Büyük Kurultay’da Türk Ceza Yasasına göre suç olan konuşmalar yapıldı. Ancak, hükümet konuyla ilgili yasal bir girişimde bulunmadı. İzmir Milletvekili Mehmet Harmandalı Kurultay’da, “Oylarımıza tecavüz edenlere, ırz ve namusa tecavüz edenlere yapılan muamelenin aynısı yapılacaktır” derken; Manisa’nın bayan delegesi Ümmü Balâ, “Gerekirse silah kuşanacağım” dedi.

Manisa’nın gözleri görmeyen delegesi Nuri Kuşçuoğlu’nun sözleri, son derece“etkileyiciydi”. Delegelere, “Seçim sandığının başında çekilen ızdırabı bir kör görür ve bağırırsa, gözü gören nasıl bağırır ve ne yapar siz düşünün” diye seslendi. İstanbul Delegesi Ali Çekiç, ayaklanmanın gerektiğinde yasal bir hak olduğunu ileri sürdü: “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi’nin 13.maddesi, insanlara zulme karşı isyan hakkını vermiştir” diyerek sözlerine yasallık kazandırmaya çalıştı. (6)

Seçimler ve Yönetim

Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde oyların yüzde 53,3’ünü alarak 487 milletvekilliğinden 408’ini kazanıp yönetime geldi. Arkasında her türlü yasal değişikliği yapabilecek bir meclis çoğunluğu ve Dünya Savaşı sonrası koşullarının yön verdiği dış destek vardı. Cumhuriyet Halk Partisi, birçok uluslararası ve özellikle ABD ile değişik ikili anlaşmalar imzalamış, Demokrat Partiye benzer anlaşmalar için gerekli siyasi ortamı hazırlamıştı.

Türkiye’nin uluslararası siyaseti, sanıldığı gibi, 1950’den sonraki DP yönetimince değil, daha önceki CHP hükümetleri tarafından Batıya bağlanmıştı. Batıya bağlanma şimdi,Demokrat Parti tarafından üstelik daha da yaygınlaştırılarak sürdürülecekti.

Korunmasız Cumhuriyet

Cumhuriyet devrimlerini koruyan devrimci bir istenç (irade) artık yoktu. Demokrat Partinin ödüncü tutumuna karşın, Terakkiperver ya da Serbest Fırkanın yaşadığı sonla karşılaşma olasılığı pek görülmüyordu.

Bastırılmış duygular, geçmişe dayanan siyasi kinler ve tutucu özlemler ve gericilik hızla yayılıyordu. Bu tür olumsuzluklar CHP döneminde başlamıştı ama DP döneminde artarak yoğunlaşıyordu. “Demokrat Partinin iki yüz yıl iktidarda kalacağı” ileri sürülüyordu. (7)

Menderes’in Konuşması

Adnan Menderes, 29 Mayıs 1950’de Meclis’te hükümet izlencesini açıklayan ve önemini belki de hala koruyan bir konuşma yaptı. Konuşmanın önemi, bugün de sürmekte olanAtatürk karşıtı bir anlayışın, alışılmadık bir ölçüsüzlük içinde dile getirilmesi ve Kurtuluş Savaşı dahil, Cumhuriyet döneminde yapılan hemen her şeyin yadsınmasıydı. Ulus-devlet karşıtlığına yönelen ve dış isteklere dayanan ekonomik-siyasi bir izlence, ilk kez bu denli açıklıkla dillendiriliyordu. Devlete karşı politika, resmen devlet politikası durumuna getiriliyordu.

Menderes konuşmasında; milletvekillerinin yüzde 84’ünü DP’lilerin oluşturduğu Meclis’in, Türkler’in tarihinde çok ayrı ve önemli bir yeri olacağını söylüyor ve “Yüksek kurulunuz, tarihimizde ilk kez, milli iradenin tam ve serbest biçimde gerçekleşmesi yoluyla milletin kaderine hakim duruma gelmiştir” diyordu. (8) “Milli iradenin” “tam ve serbest” olarak “tarihte ilk kez” gerçekleştiğini söylemek; Müdafaa-iHukukBirinci Meclis ve Kurtuluş Savaşında, millet istencinin tam ve serbest olarak gerçekleşmediği anlamına geliyor, onları yadsıyordu.

Bu tutum. Recep Tayyip Erdoğan’nın halk oylamasıyla Cumhurbaşkanı seçildikten sonra; “milli iradenin ilk kez Cumhurbaşkanını belirlediğini” söyleyerek kendinden öncekileri milli irade dışı saymasına benziyordu.

Atatürkçülüğün Yadsınması

Menderes geçmişi yadsıyan konuşmasının ilerleyen bölümlerinde daha açık olarak dile getirecekti. Atatürk dönemi dahil, kendisinden önceki yılların siyasi olarak yitik yıllar olduğunu açıklayacak ve bu yıllarda yürütülen yanlış politikalarla ülke gelişmesinin önlendiğini ileri sürecektir: “Ülkemizin geniş imkanları ve milletimizin yüksek nitelikleri göz önünde tutulacak olursa, uzun yılların boşuna harcandığı ve hatta ülkenin doğal gelişiminin hatalı ve sakat politikalarla engellenmiş olduğuna karar vermek gerekir. Milli ve siyasi denetimden uzak bir yönetimin, çok uzun yıllar sürüp gitmesi, birçok hataların yapılmasına, gereksiz harcamalara ve aşırı davranışlara yol açmıştır. Böylece zamanla; müdahaleci, bürokratik ve tekelci bir devlet tipi ortaya çıkmıştır”. (9)

Menderes aynı konuşmada, 14 Mayıs seçimlerinin “bir döneme son veren” ve “yeni bir dönem başlatan benzersiz önemde” bir olay olduğunu, bu seçimlerle, ülkede “şimdiye kadar yapılanlarla kıyaslanamayacak önemde bir devrimin” gerçekleştiğini ileri sürdü. Konuşmanın sonuna doğru, abartılı savlarını sınırsızca genişletti ve Demokrat Partinin seçim başarısının o güne dek görülmüş olan, “gelmiş geçmiş bütün devrimlerin en yüksek aşaması” olduğunu söyledi. (10)

Tanzimatçı Anlayış

Demokrat Parti ve kurduğu hükümetlerin izlenceleri, Hürriyet ve İtilaf ya da Terakkiperver Cumhuriyet Fırka izlencelerinde anlamını bulan, yüzyıllık tanzimatçı görüşlerin yinelenmesiydi. Menderes, ilk hükümet izlencesinde; “devlet işletmelerinin ekonomik olarak verimsiz” kuruluşlar olduğunu, “devlet ormancılığının halka ızdırap” verdiğini bu nedenle“mevcut sisteme kesinlikle son” verileceğini, “devlet harcamalarının asgari hadlere” çekileceğini söylüyordu. “Özel teşebbüsün kendisini güven içinde hissedeceği” önlemler alınacak, “üretim hayatı devletin zararlı müdahalelerinden ve her tür bürokratik engelden” kurtarılacak, “Devlet tekel işletmeciliği en aza” indirilecekti. (11)

Parti izlencesinin 20 ve 21.Başlamların’da (Maddelerin’de) yerel yönetimlere yetki devri, 24.Başlam’da devletin küçültülmesi 43.Başlam’da liberalizm, 48.Başlam’da KİT satışları, 51.Başlam’da devlet tekellerinin özelleştirilmesi, 74.Başlam’da ise iç ve dış borçlanma gerekliliği söyleniyordu. 20 ve 21.Başlamlarda söylenenler şöyleydi: “İl genel meclisleri, özel idareler, belediyeler (yerel yönetimler); bütçelerini düzenleme ve uygulamada olduğu kadar diğer bütün görevlerini yerine getirmede, gereken genişlikte yetkilerle donatılmalıdır… Şehir sınırları içindeki kara ve deniz araçlarının ve ticari işletme niteliğindeki diğer genel hizmet işletmelerinin, belediyelere devrini tabii görüyoruz…” (12)

24. Başlam, kamu çalışanlarının “sayıca az, fakat yüksek nitelikli ve verimli” olması gerektiğini belirtiyor, “memur sayısını artırma yönündeki eğilimlerin önüne geçilmesi kesin bir zorunluluktur”diyordu. 48.Başlam’da ise şunlar yazılıdır: “Devlet tarafından kurulmuş olan ve programın 45.maddesinde yazılı niteliklere sahip işletmeler dışında kalan tüm devlet işletmeleri, elverişli koşullarla özel teşebbüse devredilmelidir”. (13) 51.Başlam’daki anlayış, 48.Başlam’ın hemen aynısıdır: “Gelir amacıyla kurulmuş olan ve bizzat devlet tarafından işletilen, bu nedenle de ülkede iş hacmini daraltan, hayatı pahalılaştıran tekel fabrikalarının, elverişli koşullarla özel teşebbüs ve özel sermayeye devredilmesinden yanayız”. (14)

İstanbul Basını

İstanbul basını Demokrat Partiyi, kuruluşuyla yönetime gelişi arasındaki dört yıl içinde, giderek artan bir yoğunlukla destekledi. Yönetime geldiğinde ise bu desteği coşku ve yaranma kampanyasına dönüştürdü. İstanbul basınının bugün AKP ve R.Tayyip Erdoğan’a yaptığı desteğin hemen aynısı, 1950’lerde Demokrat Parti ve Adnan Menderes’e yapıldı.

Hürriyet gazetesinin sahibi Sedat Simavi’nin o günlerde yazdığı başyazı, İstanbul basınının ortak duygularını dile getirir nitelikteydi ve şöyleydi: “Çok teşekkür ederiz, Celal Bayar bizi yeni bir başbakana kavuşturdu. (Bayar Cumhurbaşkanı olmuş ve hükümeti kurma görevini Menderes’e vermişti y.n.). Yıllardan beri muşmulalaşmış insanların işe yaramaz uygulamalarını o kadar kanıksamıştık ki, onları eleştirmek bile içimizden gelmezdi. Adnan Menderes’in başbakanlığa getirildiğini duyunca, adeta kulaklarıma inanamadım. Şu anda; taptaze şahsiyetlere, yepyeni bir anlayışa, fedakâr bir Cumhurbaşkanı’na sahibiz. Bütün bunlar, geleceğe güvenle bakmamız için çok güzel fırsatlardır”. (15)

Ordu’da Ayıklama

İstanbul basınının “geleceğe umutla bakmasına” neden olan Demokrat Parti Hükümeti, işe ordunun üst kademesinde giriştiği büyük bir ayıklama (tasfiye) girişimiyle başladı. O günlerde, komutanlarının önemli bir bölümü Kurtuluş Savaşı gazisi olan ordunun, Atatürk’e bağlılığından çekiniliyor, hükümet kurulduktan bir hafta sonra 6 Haziran 1950’de, geleneklere aykırı biçimde, üst düzey komutanlar görevlerinden uzaklaştırılıyordu.

Ordudaki ayıklama konusunda Celal Bayar, “Bu kesin bir operasyon planıdır. Karşı çıkanlar olsa da bu plan başarılı kılınmalıdır” derken, Adnan Menderes, “Bu bir ‘İkinci Nizam-ı Cedit’ planıdır. Gerçekleştirmek iktidarımızın şerefi olacaktır” diyordu. (16)

Karşı Devrim Uygulamaları

Ordudaki arındırmadan on gün sonra 16 Haziran’da, ezanın Arapça okunmasına izin verildi. Desteğini aldığı tutucu kesimleri memnun etmek için, radyoda dini yayınlar yapılmasına, köy okullarına din dersi konmasına ve dildeki Türkçeleşmeye son verilmesine karar verildi. Anayasa’nın adı yeniden Teşkilat-ı Esasiye Kanunu oldu.

Halkevleri ve halkodaları kapatıldı, mal varlıkları hazineye aktarıldı. Adnan Menderes, 4 Mayıs 1951’de Mecliste yaptığı konuşmada, “Halkevleri, halkodaları faşist anlayış ve düşüncelerin ürünüdür. Bunlar sosyal yapımız içindeki tümüyle gereksiz, boş, geri ve yabancı unsurlardır”diyordu. (17)

Oysa Menderes, Halkevleri’nin kurucularından biriydi ve 15 yıl bu kuruluşun denetmenliğini (müfettişliğini) yapmıştı. 1930 yılında Halkevleri’nin açılış törenlerinde yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “Milletimizin yükselmesi yolunda her şeyi gören ve sezen büyük Gazi, sosyal yaşantımızda çok derin bir boşluğu ve çok şiddetli ihtiyacı görmüş ve bu boşluğu doldurmak için Halkevlerinin temellerini atma şerefini de kazanmıştır”. (18)

Menderes, 1930’larda aşırı övgülerle “her şeyi gören Gazi” olarak göklere çıkardığıAtatürk’ü, başbakan olduktan sonra önce yok saymaya, giderek ona karşı çıkmağa başladı. Gerçek karşıtlığı, kabul ettiği ve uyguladığı programlarla yapıyor ancak bu karşıtlığı söz ve açıklamalarla açıkça dile getirmekten de çekinmiyordu.

Yadsımacı savlarını o denli aykırı noktalara ulaştırmıştı ki, bu savları duyan kimi DP yöneticileri bile şaşırıp kalıyorlardı. Örneğin, Kurtuluş Savaşı’nın “Mustafa Kemal’in ihtirası”yüzünden uzadığını ileri sürmüş, şunları söylemişti: “Kurtuluş Savaşı diyorsunuz. Bu savaş pekâlâ üç ayda bitebilirdi. Bunun yıllarca uzatılmasına Mustafa Kemal’in yerleşme ihtirasları… (neden olmuştur y.n.)” (19)

Dışa Bağlanma

Demokrat Parti Hükümeti, kuruluşundan iki ay sonra 25 Temmuz 1950’de, kendi içinde aldığı bir kararla, dolaylı bir ABD-Sovyet çatışması olan Kore Savaşı’na katılma kararı aldı. Yurt dışına savaşmak için asker gönderilmesine karşın, Meclis’te karar alınmamış, Türkiye’nin herhangi bir ilişki ve çıkarı olmadığı bir savaşa katılınmıştı. Anayasa’nın açık ihlali olan bu kararın eleştirilmesi, çıkarılan bir yasayla yasaklandı, Kore Savaşı’nı eleştirenlere hapis cezası getirildi.

Yolluk ve aylıkları Türk hükümetince ödenerek 5090 kişilik bir birlik Kore’ye gönderildi. Üç yıl süren savaşlarda 721 asker yitirildi. 20 ABD isteğiyle gerçekleştirilen bu girişim için, hiçbir haklı gerekçe gösterilemedi, yalnızca garip açıklamalar yapıldı. Başbakan YardımcısıSamet Ağaoğlu, “Kore’de bir avuç kan verdik ama böylece büyük devletlerarasına katıldık” dedi. (21)

NATO’ya Giriş

18 Şubat 1952’de NATO’ya girildi. Bu olay, Meclis’te ve İstanbul basınında bir zafer havasıyla kutlandı. Oysa kutlama yapmak bir yana, Birinci Dünya Savaşı’nda orduyu Alman generallerine teslim eden anlayışı ve Mustafa Kemal’in bu anlayışa karşı sürdürdüğü karşıtlığı bilenler için, kaygı ve üzüntü veren bir gelişme yaşanıyordu. Türkiye’nin ulusal savunmasının ana gücü ordu, bir dış örgütün buyruğuna, üstelik Atatürk’ün dostluk ilişkilerinin sürdürülmesini istediği Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılmak üzere veriliyordu.

Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Lizbon’da, Türkiye’nin katıldığı ilk NATO toplantısında yaptığı konuşmada: “Karşınızda büyük bir istekle ve kayıtsız şartsız işbirliği zihniyetiyle hareket etmeyi ilke edinen bir Türkiye bulacaksınız” diyordu. (22)

Batı Savunuculuğu

ABD yönlendirmesiyle Bağdat ve Balkan paktlarına katılındı. Bağımsızlık savaşı veren Tunus, Fas, Cezayir’e karşı sömürgeci devletler desteklendi. Mısır’a karşı, İngiltere’nin yanında yer alındı. Azgelişmiş ülkelerin katıldığı Bandung Konferansı’nda Batı’nın savunuculuğu yapıldı.

Yabancı sermayenin özendirilmesi için Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu ve Petrol Kanunuçıkarıldı. Yatırıma dönüşmeyen dış borç alındı ve ağır koşullara bağlanmış borçlanma, yerleşik bir uygulama haline getirildi. Adnan Menderes, 29 Kasım 1955’te Çorlu’da yaptığı konuşmada dış borca dış yardım adı veriyor ve şunları söylüyordu: “Kıskançlar! Dış yardımı istemeyenler milli kalkınmayı istemeyenlerdir. Kalkınmaya engel olmak isteyenler, milli irade karşısında, karınca gibi ezileceklerdir”. (23)

ABD’ne İşgal Yetkisi

İsmet İnönü’nün başlattığı ikili anlaşmalar, kapsamı ve uygulama alanları genişletilerek sürdürüldü. Sayısı ve niteliği bugün bile bilinmeyen bu anlaşmalardan en önemlisi, tam metni açıklanmamış olan 5 Mart 1959 anlaşmasıdır. Anlaşmanın basına sızan bölümlerinde, göründüğü kadarıyla, anlam bozukluğu içeren karışık tümceler ve yoruma bağlı net olmayan anlatımlarla çok çekinceli yükümlülükler altına giriliyor, ABD’ye Türkiye’ye askeri karışma (müdahale) yetkisi veriliyordu.

Metin Aydoğan, “Kuramsal Aktarım”

DİPNOTLAR

(1) “Politikada 45 Yıl” Yakup Kadri Karaosmanoğlu, İletişim Yayınları, 2.Basım 1984, sf. 222–224

(2) Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 5.Cilt, sf. 3008

(3) “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. İstanbul 1969, sf. 198

(4) a.g.e. sf. 198

(5) “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Yay., 2.Bas. 1995, sf. 652 – 653

(6) a.g.e. sf. 653

(7) “Menderes’in Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. İst. 1969, sf. 206, 207 ve 251

(8) a.g.e. sf. 205

(9) “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.B., İst. 1983, 3.C., sf. 34 – 35

(10) “Menderes’in Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. İst. 1969, sf. 206, 207

(11) “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.Bas., İst., 3.Cilt, sf. 37, 38

(12) “Türkiye’de Siyasi Partiler” Prof.T.Z.Tunaya, Arba Y., 2.B., sf. 664, 665

(13) a.g.e.  sf. 668

(14) a.g.e. sf. 668

(15) “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf. 31

(16) a.g.e. sf. 52

(17) “Menderes’in Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. İst. 1969,  sf. 218

(19) a.g.e. sf. 218

(19) a.g.e. sf. 219

(20) Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 11.Cilt, sf. 6984

(21) “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., 4.Bas., İst. 1983, 3.Cilt, sf. 306

(22) a.g.e. sf. 1606

(23) “Menderes’in Dramı?” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. İst. 1969, sf. 294

URL: http://kuramsalaktarim.blogspot.com/…/demokrat-parti-ve-akp…

AKP’NİN FEDERASYON HAZIRLIĞI BAŞLADI !…

akparti

Özet : 

Almanya’da Federal Konseyi ziyaret eden AKP heyeti başkanı, AKP İstanbul Milletvekili ve Parlamentolar arası Birlik Türk Grubu Başkanı Ravza Kaçakçı bu teması “Federal sistem hakkında bilgi alışverişinde bulunduk” diyerek sosyal medyada paylaştı.[[1]]

Batı emperyalizminin ve günümüzdeki lideri ABD’nin gerek Osmanlı döneminde ve gerekse günümüzde Türk topraklarında birleşik ve yekvücut bir bağımsız devlete tahammülleri yoktur. Geçmişte modernlik ve ıslahat adı altında eyalet, günümüzde demokratikleşme soslu yerelden yönetim için federasyon modelleri, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin topraklarının bölünmesi ve millet birliğinin parçalanması için ülke yönetimlerine ve yerli işbirlikçilerine devamlı telkin ve tavsiye edilmiştir.

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve özerklik projesi yeni değildir! 

Osmanlı sultanı II. Abdülhamit’in yeğeni olan ve İngiliz ajanı olarak anılan Prens Sebahattin’in [[2]] Adem-i Merkeziyetçilik adını verdiği siyasi düşünce; yerel yönetimlerin güçlendirilip, özel teşebbüs eliyle kalkınma sağlanması gibi bugünkü “demokratikleşme” benzeri bir sosla maskelenen ama esas itibariyle yaklaşan bir dünya harbinde parçalanıp, paylaşılacak olan Osmanlı İmparatorluğu’nun ırk temelinde özerk eyaletlere bölünerek, merkezî idaresini zayıflatıp, küçülen lokmaları kolaylıkla yutmayı hedefleyen bir emperyalist İngiliz planıdır. Prens Sabahaddin, Adem-i Merkeziyet (Yerinden Yönetim) projesine “Hayat-ı Umumiye Islahatı” yani “Hükümet Teşkilatı Islahatı” adını vermişti. Prens Sabahaddin, projesini 8 ana başlıkta açıklamıştır:

  • Mahalli Hükümetler,
  • İnzibat,
  • Adliye,
  • Temellük (Mülkiyet)
  • Memleket Servetinin İşletilmesi ve Nafia Teşkilâtı,
  • Maarif ve Mektebler,
  • Maliye,
  • Heyet-i Tanzimiye.

Adem-i merkeziyetçi proje, bu sekiz alanda hükümet kurumlarının yeniden yapılandırılmasını ve bu alanlardaki merkeziyetçilikten vazgeçilerek yetkilerin mahalli idarelere (yerel yönetimlere) bırakılmasını ve eyalet sistemine geçilmesini öngörüyordu.[[3]]  ayrılıkçı Kürt partisi HDP ve diğer unsurlarının 26 – 27 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır’da topladıkları Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genişletilmiş Olağanüstü Genel Kurulu sonrasında açıklanan sonuç bildirgesindeki 14 maddelik özerklik programı ile Prens Sebahattin’in Adem-i Merkeziyet programının mukayesesini [3] nolu dip nottaki makalenin sonunda görebilirsiniz. Bu mukayeseden, dün ve bugün dile getirilen “yerelleşme” ve “özerklik” programlarının 100 yıldır hep aynı emperyalist batı merkezlerinde hazırlandığını ve dün İngiliz ajanları, bugün ise yine batı emperyalizminin (ABD+AB+NATO) işbirlikçi uşaklarınca piyasaya sürüldüğü kolaylıkla anlaşılmaktadır. [[4]] 

Türk devletinin çözülme süreci!

12 Eylül faşist askeri darbesini yapan, CİA Türkiye istasyon şefi Paul Henze’nin tanımıyla “Bizim çocuklar”ın lideri Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, 28 Mayıs 2000 tarihli Yeni Bin Yıl Gazetesinde “Türkiye’de valileri seçilmiş dört Eyalet istedim, olmadı” demiştir.[[5]12 Eylül Genelkurmayı, federasyona geçişte ilk adım olarak, 27 yıl sonra Evren tarafından ifşa edilen “Bölge Valiliği” kararnamesini, 6 Kasım 1983 seçimlerinden bir ay önce, 4 Ekim 1983 günü Resmi Gazete’de yayımlatarak yürürlüğe sokacaktı. Atatürkçü subaylara; “8 jandarma bölgesinde 8 bölge valiliği kurarak sivil idareyi askeri yapılanmaya uyarlıyoruz” diye yutturulan bu kararnamenin kanuna dönüştürülme işini büyük bir kurnazlıkla sivil parlamentoya bırakan Darbe Yönetimi tarafından seçimlerden sonra parlamento gündemine getirilen bu federasyoncu kararname; kimi milletvekillerince “valilerin halk tarafından seçilmesi” koşuluyla savunulurken, çoğu milletvekilince “bu, Türkiye’yi böler!” diye eleştirilecek ve askerin hazırlayıp yürürlüğe soktuğu federasyon kararnamesi, sivil parlamentoda reddedilerek yürürlükten kaldırılacaktı.

Bu “sürpriz” sonuç, hem Batı’yı, hem 12 Eylül Genelkurmayı’nı, hem PKK’yı, çok öfkelendirecek; Evren’in federasyon kararnamesi yürürlükte olduğu sürece hiç bir eylem yapmadan, “paşa paşa” bekleyen PKK, bölge valiliği kararnamesinin federasyon için tasarlanmış ilk adım olduğu sırrını Evren 2007’de ifşa etmeden önce, daha 1983-84’te her nasılsa biliyor olmalı ki, bu kararnamenin 11 Temmuz 1984’te sivillerce yürürlükten kaldırılması üzerine derhal silaha sarılarak 15 Ağustos 1984 günü Şemdinli-Eruh Baskını’yla ilk etnik federasyoncu terör eylemini gerçekleştirecekti. [[6]] 

1980 faşist askeri darbe ile gelen ara rejimde Türkiye düşünsel hayatından ulusalcı aydınların tasfiyeleri sonrasında yapılan 1983 seçimleriyle Hükümet kuran Başbakan Turgut Özal, Kürt sorununa çözüm adı altında, 15 Ekim 1991 tarihinde Hürriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamada, “federasyon dahil her şeyi konuşmalıyız” diyerek bu konudaki devlet politikasında büyük bir gedik açtı ve “federal” yapıya gidecek taşları bilinçli şekilde döşemeye başladı.

Mesut Yılmaz’ın Dışişleri Bakanı olduğu 2. Özal Hükümeti döneminde Türkiye, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nı 1988 yılında imzaladı. Özal’ın Cumhurbaşkanı olduğu 1991 yılında da 3723 sayılı ve 12.04.1991 tarihli yasa ile TBMM tarafından onaylanması uygun görüldü ve 1992’de 92/3398 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylandı. (Resmi Gazete: 3.10.1992 – 21364). Yürürlük tarihi ise 1 Nisan 1993 olarak belirlendi. Ancak bu Sözleşme anayasanın değiştirilemez olan 3. Maddesinin birinci fıkrasında “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” şeklinde tanımlanmış olan merkezi, tekil ulus devlet yapısına aykırı olduğu için yürürlüğe girememiştir.

Amerika tehdide başladı!

1995 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleşen ve ABD heyetine ABD’nin Kuzey Körfez İşleri İstasyon Şefi Robert Deutsch’un başkanlık ettiği birinci Türkiye-ABD görüşmeleriyle ilgili olarak Genelkurmay Başkanlığı tarafından düzenlenen iki raporda açıkça Türkiye’nin federal devlet yapısına geçmesi ABD heyeti tarafından istenmiş ve şu talepler dile getirilmiştir: [[7]]

 “ABD heyeti ‘Ortadoğu’da sınırların yeniden belirleneceğini’ öne sürüyor. ABD, planladığı Kürt devletini Türkiye ile bir federasyon çatısı altında birleştirmek istiyor. Kuzey Irak’ta Çekiç Güc’ün koruduğu Kürt devleti, Türkiye himayesinde, federasyona bağlı bir Kürt devletine dönüştürülecek. Öneriye göre bu Kürdistan başka Kürdistan olacak. Garantör ülke Türkiye olacak.
Genelkurmay raporu bu bilgileri verirken, ABD’nin aynı federasyon planını 27 Mayıs 1960 harekâtından sonra 1965’te ve Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra 1974’te de önerdiğini belirtiyor.
ABD heyeti, Kürdistan ile federasyonu kabul etmezse, Türkiye ve İran’ın da Irak gibi parçalanma durumuna gittiğini belirtiyor. ABD heyeti, EK-1’de gösterilen harita gibi bir haritanın gündeme geldiğini, ABD’nin yaptırdığı çalışmalarda bu haritanın meydan çıktığını açıklıyor.
ABD heyeti, Türkiye’nin Kürdistan’ı himaye altına almaması halinde, Türkiye’yi Kuzey Irak Kürtleriyle tehdit ediyor. ‘Kuzey Irak Kürtlerinin elinde yakında çok silah olacak. Saddam’ın bıraktığı silahlar onların elinde sayılır. Belki de Türkiye’nin silahlarından ileri silahları olacak, uçakları, tankları, füzeleri.”

Görüldüğü gibi bugün emperyalist ABD ve AB, Türkiye Cumhuriyetini parçalamak için Türk vatandaşı ayrılıkçı Kürtleri kullanmaya başlamışlardır.

Geçmişteki gelişmeleri kısaca hatırlayalım…

TSK 1996’da ABD’nin bu tehdidine karşı, yeniden yapılanmaya başladı, tümenler dağıtılıp, yüksek ateş gücü olan hareketli tugaylara dönüştürülmeye ve yurt sathında yaygın yerleşmeye başladı.

28 Şubat 1998 tarih ve 406 sayılı Milli Güvenlik Kurulu kararı üzerine; Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu “28 Şubat’ı BİN YIL sürdürmeye kararlıyız” dedi.

24 Temmuz 2002’de mesajı alan ABD, aynı sözcüklerle yanıt verdi: BİN YILIN MEYDAN OKUMASI (MILLENIUM CHALLENGE 2002), isim altında ABD, Nevada çölünde Türkiye’yi işgal tatbikatı yaparak “gözdağı” verdi. 20 Mart 2003’te ABD, Irak’ı işgale başladı.

2 Nisan 2003’te Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel ile 2 sayfa, 9 maddelik GİZLİ anlaşma imzaladı. Bugüne kadar TBMM onayına sunulmayan anlaşmanın 7. maddesinde Federasyona dönülmesi kabul edildi. 4 Haziran 2003’te BM İkiz Sözleşmeleri TBMM’nde onaylandı.

İkiz İhanet Yasaları…

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin merkezî, tekil ulus devlet yapısının bozulması için uluslararası hukuki (sözde) zemin sağlayacak olan ‘Birleşmiş Milletler İkiz Yasaları’ diye anılan sözleşmelerin durumu, yıllardır iktidar ve muhalefet partilerinin işbirliği ile kamuoyundan saklanmaktadır.

Özellikle Afrika’daki eski sömürgelerin bağımsızlık savaşlarının başarıya ulaşmasıyla yeni devletlerin dünya sahnesine çıkması üzerine, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda 14.12.1960 tarih ve 1514 sayı ile “Sömürge Ülkelerin ve Halklarının Bağımsızlığının Kabulü Bildirgesi” kabul edilmiştir. Bu Bildirgenin 2. maddesi ile sömürge halklarına “Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” tanınmıştır. Bunu takip eden yıllarda BM 16.12.1966 tarih ve 2200 sayılı kararı ile İkiz Sözleşmeler diye anılan “Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi”ni ve “Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi”ni kabul etmiştir. İkiz Sözleşmelerin 1. maddesi aynıdır ve “Bütün halklar Kendi Kaderlerini Tayin Hakkına ve bu sayede kendilerinin kültürel ve sosyal, ekonomik gelişimlerini ve politik statülerini serbestçe tespit hakkına sahiptirler.” demektedir.

Bu sözleşmelerle, 1960 yılındaki BM genel kurulunun 1514 sayılı kararıyla “sömürge halkları” için tanınan “kendi kaderini tayin hakkı” 1966 yılında 2200 sayılı karar ile BM üyesi devletlerin halkları için genişletilmiştir.

İkiz Sözleşmelerin yürürlüğe girmesi gecikince (en az 35 devletin onay belgelerini BM Genel Sekreterine teslim şartı 1976 yılı Ocak ayında tamamlanmıştır), bu sefer BM Genel Kurulundan 24.10.1970 tarih ve 2625 sayılı “Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi” çıkarılmıştır. Bu bildirgenin 1. maddesinin 5. fıkra başlığı “Halkların eşit haklar ve kendi kaderlerini tayin hakkı prensibi”dir.

Böylece BM’in 1960 yılında Sömürge Halkları için kabul ettiği “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı”, 1970 yılında Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi”nin 5. fıkrasının 1. paragrafı ile Ulus Devletlerin kendi halkları için “kendi kaderlerini tayin hakkını sağlama yükümlülüğü”, 2. paragrafla ise “kendi kaderlerini tayin hakkını geliştirme yükümlülüğü” haline getirilmiştir. Daha da ileri gidilerek, 5. fıkranın 4. Paragrafında “Kendi Kaderini Tayin Hakkının Uygulama Alanları”nın neler olduğu açıklanmış ve bunlar;

Bağımsız ve Egemen bir Devlet Kurmak,

Bağımsız bir Devlet ile Birleşmek veya Ortaklık, değişik bir Politik Statü olarak ortaya Çıkmak, şeklinde tanımlanarak, Emperyalist devletlerin, millî devletleri parçalamak için kurduğu tuzak iyice netleştirilmiştir. [[8]]

Değişik bir Politik Statü istemek, gerçekte PKK’nın Demokratik Özerklik talebinin diğer bir söylemidir. PKK tarafından Örnek alınması istenen İspanya-Katalon modeli masaya taşınmak istenmektedir. Gerçekten, Katalon Anayasası, Prens Sabahattin’in adem-i merkeziyet modelinin neredeyse aynen güncellenmiş halidir. Ancak, Katalon modelinin uygulanabilmesi için Anayasanın 90. Maddesi uyarınca [[9]] üstünlük ve bağlayıcılık sağlanmış olan İkiz Sözleşmelerin işletilmesi gerekmektedir. Bunun önündeki en büyük engel, Anayasamızın “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” olan ilk üç maddesidir.

Ecevit başkanlığındaki Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz’ın katıldığı 57. koalisyon hükümetinin seçim kararı almasından sonra dağılma sürecine giren Hükümetin bir üyesi tarafından verilen talimatla Türkiye’nin BM Daimi Delegesi Büyükelçi Volkan Vural (MHP genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural’ın kuzenidir) tarafından İkiz Sözleşmeler, BM Genel Sekreterinden 15 Ağustos 2000 tarihinde imza karşılığı alınmıştır. Bu Sözleşmeler, 4.6.2003 tarihinde 4867 ve 4868 sayılı kanunlarla TBMM’nde AKP+CHP’nin oylarıyla kabul edilmiş, 17.06.2003’de Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer tarafından onaylanıp 18.06.2003 tarih ve 25142 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. İkiz Sözleşmelerde “halk” ifadesi vardır. Hâlbuki Anayasamızda “halk” değil “millet” vardır. Anayasanın değiştirilemez olan 3. Maddesinin birinci fıkrasında  “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” şeklinde tanımlanmış olan merkezi, tekil ulus devlet yapısına aykırı olduğu için bu Sözleşmeler uygulamaya sokulamamıştır.

Geçmişteki gelişmeleri kısaca hatırlamaya devam… 

4 Temmuz 2003’te Süleymaniye’de ABD askerleri Türk subaylarını esir alıp, kafalarına çuval geçirdiler.

7 Mayıs 2004’te Anayasanın 90. Maddesine AKP+CHP’nin oybirliği ile aşağıdaki ek yapılarak “Millete ait olan egemenlik” Millete sormadan, vekiller tarafından yabancılara devredildi. (Ek: 7.5.2004-5170/7 md.)

“D. Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma

MADDE 90.

Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”

25 Ocak 2006 tarih ve 5449 sayılı Kalkınma Ajansları kanunu ile 25 eyalete geçiş hazırlanmak istendi. Kanuna göre Türkiye 12 bölge ve 26 ajansa bölünecektir. Bölge Kalkınma Ajanslar Kanunu uygulamada fazla bir etkili olmamıştır. BDP’nin (şimdiki HDP’nin eski adı) 26 Ekim 2011 tarihindeki TBMM gizli oturumunda dile getirdiğini Türkiye’nin 25 Eyalete bölünmesi talebi, gizli oturumların açıklanma yasağına rağmen, CHP Sakarya milletvekili Engin Özkoç tarafından 29 Aralık 2011’de Bugün TV’de açıklandı.

12 Haziran 2007’de TSK’nın küçültülmesini isteyen ABD’nin yerli işbirlikçisi vatan hainleriyle birlikte tertipledikleri kumpasla, Ümraniye’de bir gecekonduda 27 adet el bombası bulunmasıyla TSK’ya karşı davalar başladı. Ergenekon, Balyoz vb kumpaslarla TSK’nın en güzide subay ve komutanları tasfiye edildi.

2009 başında “Kürt Açılımı” ile federasyon hazırlıklarına başlandı. AKP Hükümeti resmî temsilcileri ile PKK’nın Avrupa’daki teröristleri arasında İngiliz istihbaratının gözetiminde Oslo görüşmeleri yapıldı.

29 Mart 2009 Büyükşehir Belediye Seçimleri sonrasında BDP Iğdır milletvekili Pervin Buldan; Kürdistan’ın sınırlarının çizildiğini açıkladı. 12 Eylül 2010’da Anayasa referandumuyla Yargı bağımsızlığı zedelendi.

6 Aralık 2012 tarih ve 6360 sayılı Büyük Şehir Kanunu ile Büyükşehir Belediye yetki alanı il sınırlarına kadar genişletilerek, Güneydoğuda muhtemel eyaletler tanımlandı.

30 Mart 2013 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Kanal D ve CNN TÜRK ortak yayınında Taha Akyol, Enis Berberoğlu, Hande Fırat ve Hakan Çelik’in gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Özetle “gelişmiş batı ülkelerinde eyalet sistemi vardır… Osmanlı’da Lazistan, Kürdistan eyaletleri vardı… Eyalet sisteminden korkmamak lazımdır” dedi. [[i]]

27 Ocak 2015’te “Çözüm Sürecinin Ulaştığı Aşamada ASDER-ASSAM Raporu” sunumunda bir konuşma yapan SADAT Başkanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Cumhurbaşkanlığı’nın Başdanışmanlığı görevine getirildi.

ASDER Adaleti Savunanlar Derneği, ASSAM Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği

ÇÖZÜM SÜRECİNİN ULAŞTIĞI AŞAMADA ASDER-ASSAM RAPORU

(Dİ MERHELEYA ASTA PÊVAJOYA ÇARESERÎYÊ DE RAPORA ASDER-ASSAM’Ê)

BASIN AÇIKLAMASI

27 Ocak 2015 Üsküdar / İstanbul

Şimdiki Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı Adnan Tanrıverdi, o tarihte Türkiye’nin eyaletlere bölünmesi gerektiğini açıkladı. [[10]]

16 Temmuz 2014 tarihli ve 6551 sayılı kanunla, “Çözüm Süreci” kanunu (Terörün Sona Erdirilmesi Ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun) çıkartıldı.

7 Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin TBMM’nde çoğunluğu kaybetmesinden sonra PKK’ya karşı başlatılan askeri temizlik harekâtı ABD’nin yerli işbirlikçisi PKK’nın gücüne oldukça zarar vermeye başladı,

15 Temmuz’da Türk askerinin şerefli üniformasını giymiş, Amerikan işbirlikçisi dinci vatan haini askerler isyan teşebbüsünde bulundular.

İsyanın bastırılması ile Cumhurbaşkanı aynı gece “elime tarihi bir fırsat geçti” dedi.

20 Temmuz’da OHAL ilan edildi.

31 Temmuz’da askeri okullar kapatıldı, Türk Ordusunun subay kaynağı kurutuldu.

TSK’nın emir-komuta zinciri parçalandı. Jandarma ordudan ayrılarak İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk kuvvetine dönüştürüldü, böylece TSK küçültüldü.

9 Aralık 2016 HDP Siirt milletvekili Kadri Yıldırım, Kuzey Irak Erbil’de yayın yapan K24 TV’na verdiği demeçte Kürtlere Statü ve Anadilde Eğitim hakkı verileceği garanti edilirse Başkanlık Anayasasına EVET diyeceklerini açıkladı. [[11]]

10 Aralık 2016 tarihinde Başkanlık Hedefli Anayasa Değişiklik Teklifi TBMM’ne sunuldu.

Teklifin 12. maddesindeki görüşmeler sırasında söz alan AKP Bursa Milletvekili İsmail Aydın, “Anayasanın değiştirilemez maddesini kabul etmek mümkün değildir”, “Anayasanın tüm maddeleri değiştirilebilir hatta meclis yeni bir anayasa yapabilir.” dedi.

Anayasa değişikliği 21 Ocak 2017 tarihinde 18 madde halinde kabul edildi.

6771 sayılı Anayasa değişikliği kanunu 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halkoylaması ile kabul edilerek kesinleşti.

Cumhurbaşkanı seçilen R. Tayyip Erdoğan eşi benzeri görülmemiş yetkilerle donandı. Buna göre;

1- TBMM yetkisinde bulunan;

Orduyu kullanacak,

TBMM’nin yerine kanun yapacak (kanun hükmünde kararname çıkaracak),

Milletlerarası andlaşmalar akdetecek,

Bakanlıklar kurup, teşkilatlandıracak,

2- Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu kaldırıldı;

Kendi emrinde atadığı bakanlardan oluşan bir kurul kurdu,

Bütün üst kademe kamu görevlileri ve yabancı devletlere gönderilecek diplomatik temsilcileri tayin etmeye başladı,

Milli güvenlik politikalarını belirleyecek, gerekli tedbirleri almaya başladı,

3- Hakimler ve Savcılar Kurulu üyelerini tayin etti,

4- Anayasa Mahkemesinin bütün üyelerini tayin etti,

Güney sınırımızdaki gelişmeler :

Kuzey Irak

Kuzey Irak’ta yapılan “bağımsızlık ilanı” için 25 Eylül 2017’de yapılan referandumdan Barzani evet sonucu aldı. Ancak daha sonraki gelişmelerle sonuçlar askıya alındı. Gerçekte ise Kuzey Irak’taki özerk Kürt bölgesinde bağımsız devlet yapılanması büyük ölçüde tamamlanmış bulunmaktadır.

Kuzey Irak’ta 30 Eylül 2018 tarihinde yapılan parlamento seçimlerinde Kürdistan Demokrat Partisi (KDP), oyların yüzde 43’ünü alarak, KDP başkanı Barzani durumunu güçlendirdi.

ABD, ileride büyükelçilik olacak, dünya genelinde faaliyet gösteren en büyük, 650 milyon dolar maliyetli, konsolosluğunun temelini ABD Bağdat Büyükelçisi Douglas Silliman’ın da katıldığı törenle 6 Temmuz 2018 Erbil’de attı. [[12]]

ABD, bağımsız Kürdistan’ın çekirdeğini oluşturacak Barzanistan’ın güvenliği için Erbil’in 70 km kuzeyindeki Saddam’dan kalma Erbil hava üssünü (36o14’16”K, 43o57’46”D) genişletti. [[13]]

ABD kuzey Irak’taki hava üslerine bir yenisini Erbil’in kuzeydoğusunda Herir kasabasındaki eski Bashur hava üssünü (36o32’03”K, 44o20’22”D) genişleterek kurmaya devam etmektedir. [[14]]

Amerika Erbil hava üssüne indirdiği askeri malzemeleri, (1) nolu devlet karayolu ile Musul üzerinden Suriye’nin Kamışlı ve Irak-Zaho’nun güneyindeki Smelka sınır kapısından Suriye’nin M4 devlet karayolu ile kuzey Suriye’deki PKK/PYD terör ordusuna ikmal yapmaktadır.

Hatırlanacağı üzere TSK, 7 Nisan 2018 tarihinde PKK’nın yuvalandığı Kandil’e bir harekât başlatmıştı. [[15]] Daha sonraki bir tarihte İçişleri Bakanı Süleyman Soylu TSK’nın Irak içlerine 27 km girdiğini, Kandil’e az kaldı diye açıklamalarda bulunmuştu.[[16]]

Ancak bugüne kadar Kandil harekâtının hangi safhada olduğu, bitip bitmediği, devam edip etmediği hakkında hiçbir haber duyulmamaktadır.

Suriye

Suriye’nin topraklarının, batıda Münbiç, güneyde Deyri Zor ve doğuda Irak sınırı arasındaki yaklaşık 1/3’lük bölümü ABD’nin işgalinde olup, ABD’nin paralı askerleri PKK/PYD’nin kontrolü altındadır. ABD bu bölgede 70 bin kişilik bir PKK ordusu ve bunlara destek amaçlı 5 tanesi küçük hava üssü olmak üzere 25 cıvarında askeri üs kurmuş bulunmaktadır.

Bilindiği üzere Türkiye, Barzanistanı Akdeniz’e bağlayacak kuzey Suriye koridorunu, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla kesmiş bulunmaktadır.

Ancak AKP iktidarı ve Cumhurbaşkanı/AKP Genel Başkanı 24 Ağustos 2016 tarihinde başlayan Fırat Kalkanı Harekâtından beri sayısız defa Münbiç ve Fırat’ın doğundaki PKK/PYD terör örgütünü bu topraklardan temizleneceğini “bir gece ansızın geleceğiz” şarkı sözleriyle ifade etmiş ve halen etmektedirler.

Şarkı sözleri çığırıp, herhangi bir eylemde bulunmadıkları için Fırat Kalkanından buyana geçen yaklaşık 2,5 sene içinde Amerika Münbiç ve kuzey Suriye’deki PKK ordusunu iyice silahlandırıp, ağır silahlarla donatmış, Türkiye’nin müdahale ihtimaline karşı ama daha ziyade Türkiye’ye gözdağı vermek üzere, sınıra Ayn El Arab, Tel Bayder ve Sarin bölgelerinde üç gelişmiş radar sistemi ile gözetim ve keşif için 13 taşınabilir ve sabit radar sistemi kurmuştur. [[17]]

Donattığı PKK/YPG ordusunu, özellikle Türkiye’nin olası müdahalesinden korumak için ABD Ayn El Arab’da 5, Tel Abyad’da 5 ve diğer kentlerin her birinde 5’er gözlem noktaları kurmaya başlamıştır. Menbiç’ten Derik’e kadar olan bölgede de gözlem noktaları olacak ve gözlem noktalarında YPG militanları da ABD askerleriyle birlikte hareket edeceklerdir. [[18]]

Özetle; Irak ve Suriye’deki gelişmeler Barzani’nin kuzey Irak’ta bağımsızlık ilanının yaklaştığını göstermekte, Suriye’de ise Münbiç ve kuzey Suriye’deki PKK/YPG’ye karşı Türkiye’nin hiçbir şey yapmayacağı giderek kesinlik kazanınca, ABD’nin kuzey Suriye’de özerk bir yapılanmayı tamamlayacağı anlaşılmaktadır. Muhtemel gelişmeler :

Muhalefet Partilerinin duyarsızlığı !

Son zamanlarda ekonomik kriz, enflasyon gibi konularla biraz ilgilenen Meclisteki muhalefet partileri artık tamamen 31 Mart 2019 yerel seçimlerine kilitlenmişler, özellikle ana muhalefet partisi CHP’nin milletvekilleri Meclisi terk edip bir belediye başkanlığı kapma yarışına girmişler, Kuzey Irak ve kuzey Suriye’deki gelişmeler ile tamamen ilgilerini kesmişlerdir. Güney sınırımızda ve Doğu Akdeniz’de süren küresel çatışmalar, başta ana muhalefet partisi CHP ve diğer partileri ilgilendirmemekte, PKK/PYD, Suriye’deki Amerikan işgali, doğu Akdeniz enerji çatışmaları gibi konularda hiçbir görüş açıklamamaktadırlar. Zaten “Amerika ne yaparsa iyi yapar” havasında oldukları için, pek de açıklayacakları bir görüşleri yoktur.

CHP, Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı Sözleşmesindeki, çekinceler kaldırıp, tamamını uygulayacaklarını son Kurultay’da karara bağlamıştır.

Millet İttifakında yer almış olan CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi bugüne kadar Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmeleri hakkında parti tabanları ve kamuoyuna hiçbir bilgi ve görüş açıklamamışlardır.

Bu Millet İttifakı partileri Tek Parti rejimini kabullenmişler, tam kuvvetler ayrılığına dayanan parlamenter sisteme dönüş için hiçbir çalışma yapmamaktadırlar.

Cumhur İttifakının yaklaşımı…

Gündemi yerel seçimlerle kilitleyip, Millet İttifakı partilerini bu gündem içine sıkıştıran AKP ve MHP genel başkanlarının zaman zaman kamuoyunun tepkilerini söndürmeye yönelik “bir gece ansızın gelebilir” hamâsî söylemlerinin dışında somut hiçbir adım atmamaları, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi-BOP kapsamında kuzey Irak ve kuzey Suriye’de Kürt devleti yapılanmasına hizmet etmekte, BOP’un adım adım gerçekleşmesi ilerlemektedir.

AKP, muhtemel bir Kürt devleti ilânına karşı kamuoyunu psikolojik olarak hazırlamak için “Kürt açılımı”nı yeniden ısıtmaktadır. Bu çerçevede 22-23 Kasım 2018 tarihlerinde PKK sevicisi bir kısım Akil İnsanlar Oslo’da, İngiliz istihbaratına bağlı Democratic Progress Institute (DPI) ya da Türkçe adıyla Demokratik Gelişim Enstitüsü tarafından düzenlenen toplantıda biraraya geldiler. Enstitü Başkanı Kerim Yıldız, geçen aylarda yaptığı açıklamada, Kürt sorununun çözümü için umutlu olduğunu vurgularken, yeniden inşaya girilebileceğini ifade etmişti. [[19]]

Parlamentolararası Birlik Türk Grubu Başkanı AKP İstanbul Milletvekili Ravza Kaçakçı başkanlığındaki AKP heyeti, 20 Kasım 2018 tarihinde Almanya temaslarında ‘federal yapı’yı inceledi. [[20]]

Federasyona nasıl geçilir ?

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin üniter ulus yapısının bozulması için önce altyapının hazırlanması gerekir.

Kenan Evren’in Mecliste reddedilen eyalet sistemi artık sadece Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle hayata geçirilebilir.

16 Nisan 2017 anayasa referandumu ile kabul edilen değişikliklerle geçilen “tek adam” rejiminde anayasanın verdiği yetkilerle önce anayasanın 126. Maddesinin son fıkrasındaki “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” hükme göre AKP’nin çoğunlukta olduğu Meclisten birden çok ili içine alan merkezî idare teşkilatı (eyaletler) kurulabilir.

Anayasanın 127. Maddesinde yapılan değişiklikle eklenen son fıkraya göre “Mahallî idarelerin belirli kamu hizmetlerinin görülmesi amacı ile, kendi aralarında Cumhurbaşkanının izni ile birlik kurmaları, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezî idare ile karşılıklı bağ ve ilgileri kanunla düzenlenir. Bu idarelere, görevleri ile orantılı gelir kaynakları sağlanır. “(Değişik: 16/4/2017-6771/16 md.) denmektedir.

Bu hükme göre, Cumhurbaşkanı Kararnamesiyle verilecek izin kapsamında, kurulmuş eyaletlerin belediyeleri kendi aralarında birlik kurar, görevleri, yetkileri, maliye ve kolluk işleri ve merkezî idare ile karşılıklı bağ ve ilgilerini belirleyen kanun, AKP’nin çoğunluk oyları ve HDP’nin desteğiyle Meclisten geçirilir. Böylece Ayrılıkçı Kürt partisi HDP ve diğer unsurlarının 26-27 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır’da topladıkları Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genişletilmiş Olağanüstü Genel Kurulu sonrasında sonuç bildirgesindeki 14 maddelik özerklik programı ile Prens Sebahattin’in Ademi-merkeziyet programında istenen yetkiler (kolluk kuvvetleri dahil) belediyelere devredilerek, merkezî idarenin gücü kırılır.

Anayasada değişiklik yapılarak, önce “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” olan anayasanın ilk üç maddesini koruyan ama kendisini korumayan 4. Madde yürürlükten kaldırılır. [[21]] 

Daha sonra yapılacak bir diğer değişiklikle anayasanın 3. Maddesinin “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” şeklindeki birinci ve ikinci fıkraları “Türkiye Devleti iki bölgeli, Türk ve Kürt halklarından oluşan iki bölgeli federal bir devlettir. Resmî dilleri Türkçe ve Kürtçedir.” şeklinde değiştirilir.

Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı Sözleşmesi’nin tamamı, anayasanın Cumhurbaşkanının yetkilerinin sayıldığı 104. Maddesinde yapılan değişikler çerçevesinde “Milletlerarası andlaşmaları onaylar ve yayımlar.” hükmü uyarınca Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe sokulur.

Anılan Sözleşmenin 5. Maddesi uyarınca yerel yönetimler özerk bölgelerin sınırları belirlenir. 29 Mart 2009 Büyükşehir Belediye Seçimleri sonrasında BDP Iğdır milletvekili Pervin Buldan’ın çizildiğini açıkladığı Kürdistan (kuzey Kürdistan) sınırları yasalaşmış olur.

Anayasanın 3. Maddesinde yapılacak bu değişiklikle; Kürt kökenli vatandaşlarımıza anayasal statü (Kürt Halkı) tanınınca, ayrılıkçı Kürt partisi Türkiye’nin de taraf olduğu 24.10.1970 tarih ve 2625 sayılı “Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi” uyarınca “Bağımsız bir Devlet ile Birleşmek veya Ortaklık” (Kuzey Irak’ta ilan edilecek Barzani Devleti) hakkını kullanmak için yürürlüğe kavuşan Birleşmiş Milletler İkiz Sözleşmelerinin ortak olan 1. Maddesi gereğince “halkların kendi kaderini belirleme-Self Determinasyon” hakkını kullanmak üzere Birleşmiş Milletler’e başvurarak Birleşmiş Millet nezaretinde plebisit yapılmasını talep eder.

Böylece emperyalist devletlere Türkiye’yi parçalamak için gereken müdahalenin yolu açılmış olur.

SONUÇ :

Türkiye; Karadeniz’de Ukrayna-Rusya gerilimleri, ABD’nin Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya katma çabaları, Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının paylaşımı için ABD, İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır, Yunanistan arasındaki enerji ve askeri işbirliği ve Kuzey Irak ve Kuzey Suriye’deki ABD işgali ve BOP çerçevesinde Kürdistan kurulması faaliyetleri ile tamamen kuşatılmış durumdadır.

“Batı emperyalizmi tarafından kurulan Akdeniz ve Karadeniz Seddi, Avrasya birlikteliği ile önlenebilir. Hegemonyanın zayıfladığı ve yeni dünya düzeninin kurulma arifesinde içerdeki birliğimizin, dışarıda Türk Rus ilişkilerinin, Türk Çin ilişkileri ile paralel şekilde en üst seviyeye çıkarılarak geliştirilmesi gereken günleri yaşıyoruz. [[22]]

Bu badiren kazasız belasız ve en az hasarla çıkabilmemiz için AKP, milleti ayrıştırıcı, kendisine oy vermeyenleri ötekileştirici söylemlerden derhal vazgeçerek, milletin birliğini pekiştirmeli, oluşmuş kırılganlıkları tamir ederek iç cepheyi sağlamlaştırmalıdır.

Muhalefette yeralan siyasi partiler, belediye başkanlıkları peşinde koşmak için harcadıkları enerjilerinin bir kısmını bu konulara ayırmalı, kendi seçmen kitlelerini hızla aydınlatmalı, özellikle ülkemizi kuşatan batılı emperyalist ülkelere, başta ABD olmak üzere İsrail, İngiltere ve Fransa’ya gereken millî tavırlarını sergilemelidirler.

Acil olan ilk tedbir, iktidarın önce Suriye devleti ile sonra Mısır ile anlaşmak, bölgemizde bir Batı Asya Birliği kurmaktır.

* Bu harita, Haluk Dural tarafından 25 Şubat 2012 tarihinde Ankara’da Suriye’den gelen kadın konuklarla birlikte düzenlenen “Antiemperyalist Kadınlar Buluşması-2 isimli toplantıda yapılan sunumdan alınmıştır.

DPT eski Uzmanı – Millî Merkez Genel Sekreteri

Haluk DURAL – 04 Aralık 2018

 

Dipnotlar :

[[1]] : http://halktv.com.tr/akpli-kavakci-almanyadan-federal-sistem-hakkinda-bilgi-aldik-347579

[[2]] : https://tr.wikipedia.org/wiki/Prens_Sabahattin

[[3]]:  Haluk Dural, “Ayrılıkçı Kürt Hareketinin Demokratik Özerklik İhaneti!”http://www.dunya48.com/haluk-dural/27205-haluk-dural-ayrilikci-kurt-hareketinin-demokratik-ozerklik-ihaneti

[[4]] : a.g.y.

[[5]] : http://blog.milliyet.com.tr/turkiye-nin-federasyona-donusturme-fikrinin-kisa-tarihi/Blog/?BlogNo=76773

[[6]] : Cengiz Özakıncı, 12 Eylül’ün Derin Misyonu: FEDERASYON!http://www.guncelmeydan.com/pano/12-eylul-un-derin-misyonu-federasyon-cengiz-ozakinci-t36012.html

[[7]] : Doğu Perinçek, Avrasya Seçeneği: Türkiye için Bağımsız Dış Politika, s. 121, Kaynak Yayınları, 2000.

T.C. GENELKURMAY BAŞKANLIĞI / ŞAHSA ÖZEL

ASAYİŞ BÖLGESİ EMNİYET GENEL MÜDÜRLÜĞÜ / HİZMETE ÖZEL

Sayı      : 346.1.0918, Tarih        : 03.08.1995

Konu     : Ortadoğu ve Balkanlar Masası görüşmeleri (3 sayfa)

Sayı      : 11345.3.910, Tarih       : 04.08.1995 (5 sayfa)

[[8]] : a.g.y.

[[9]] : Uluslararası sözleşme ve antlaşmaların onaylanmasını düzenleyen Anayasanın 90ıncı maddesine 7.05.2004 tarih ve 5170 sayılı yasa ile 6ncı fıkra eklendi. Bu 6ncı fıkra çok vahimdir: “ Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” Anayasaya eklenen bu madde ile Türkiye’nin bölünüp, parçalanması için onaylanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, BM İkiz Sözleşmeleri vb tüm uluslararası antlaşmalara, yasalarımızın üzerinde bir anayasal üstünlük sağlanmıştır.

[[10]] : https://www.youtube.com/watch?v=zp-emPho62s

[[11]] : http://www.kurdistan24.net/tr/news/d221c0df-7eec-49db-8ea4-707db1a205f4/Kadri-Y%C4%B1ld%C4%B1r%C4%B1m–K%C3%BCrtlere-stat%C3%BC-verilirse-ba%C5%9Fkanl%C4%B1k-sistemini-destekleriz

[[12]] : https://www.yenisafak.com/dunya/erbilde-yeni-abd-oyunu-3382891

[[13]] : http://www.hurriyet.com.tr/gundem/iste-abd-nin-k-irak-taki-buyuk-sirri-6715628

[[14]] : https://tr.sputniknews.com/ortadogu/201510201018461736-abd-erbil-isid-irak/

[[15]] : http://www.hurriyet.com.tr/gundem/gundeme-bomba-gibi-dusen-turk-askeri-iraka-girdi-iddiasi-40797556

[[16]] : https://www.mynet.com/turk-askeri-kuzey-irak-a-27-kilometre-girdi-kandil-operasyonu-yaklasiyor-110104165766

[[17]] : https://tr.sputniknews.com/analiz/201808291034957716-abd-suriye-ucusa-yasak-bolge-olusturuyor/

[[18]] : https://tr.sputniknews.com/columnists/201811271036349536-abd-turkiye-siniri-gozlem-noktalari-ypg-de-olacak/

[[19]] : https://tr.sputniknews.com/avrupa/201811261036329244-akil-insanlardan-osluda-toplanti/

[[20]] : http://t24.com.tr/haber/akpli-kavakci-almanyada-federal-sistem-hakkinda-bilgi-alisverisinde-bulunduk,753861

[[21]] : 2011’de Meclis Başkanı Cemil Çiçek başkanlığında dört partiden üçer milletvekilinin katılımıyla kurulan TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonunda, anayasanın temel hak ve özgürlükler ile ilgili 60 maddesi üzerinde yapılacak değişiklikler hakkında anlaşmaya varılmış, ancak AKP’nin istediği “Başkanlık” konusunda uzlaşmaya varamamışlardır. Kamuoyunu “başkanlık” tartışmalarıyla meşgul edip esas konuyu halkın bilgisinden saklayan AKP, Anayasa Uzlaşma Komisyonuna katıldıkları son toplantıda gerçek niyetlerini açıklamışlar, AKP heyeti başkanı Karabük milletvekili Mehmet Ali Şahin komisyona “anayasanın 4. Maddesini yürürlükten kaldırılması” hakkında bir öneri getirmişlerdir. AKP’nin ve BOP eşbaşkanının gerçek niyetini yansıtan bu öneri, medya tarafından büyük bir özenle karartılmış ve kamuoyuna duyurulmamıştır.

[[22]] : Cem Gürdeniz, “Kafkas Seddinden 100 yıl sonra Akdeniz ve Karadeniz Seddi: ‘İkisini de kırmak zorundayız’, Aydınlık Gazetesi, 2.12.2018

SON NOTLAR

 

[[i]] : Gerçekte Osmanlı devletinde eyalet yoktur.

1864 (Tuna) Teşkil-i Vilayet Nizamnamesi ile Osmanlı İdari yapısı;

1- Vilayet, vali tarafından idare edilir,

2- Sancak (Liva), Mutasarrıf tarafından idare edilir,

3- Köy ve Kaza

1871 İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi

1- Vilayet 27 adet, Rumeli’de 10, Anadolu’da 16, Afrika’da 1,

2- Liva (Sancak) 123 adet, Rumeli’de 44, Anadolu’da 74, Afrika’da 5

3- Kaza,

4- Nahiye ve Köy

23 Aralık 1876 Kanuni Esasi’de ise İdari Taksimat;

Madde- 109 : Vilâyet ve leva ve kaza şeklindedir.

1881 yılında Osmanlı Devletinde 33 vilayet, 4 özerk vilayet, 8 özerk sancak bulunmaktaydı.

Doğu Rumeli (Rumeli-i Şarkî): Özerk vilayet (1878-1885); 1885 yılında Bulgaristan tarafından işgal edildi.

Mısır Hidivliği (özerk hidivlik)

Sisam Beyliği (özerk yönetim)

Tunus Vilayeti (özerk vilayet, beyleri tarafından yönetilir.)

Bingazi Sancağı: Özerk. 1875 yılında Trablusgarp vilayetinden ayrıldı.

Biga Sancağı (diğer adı Kale-i Sultaniye, özerk sancak)

Çatalca Sancağı (özerk sancak, vilayate dahil değil)

İzmid Sancağı (özerk sancak vilayete dahil değil)

Mekke Şerifliği (özerk şeriflik, vilayete dahil değildir.)

Cebel-i Lübnan Mutasarrıflığı: özerk mutasarrıflık.

Kudüs Sancağı (Kudüs-i Şerif Mutasarrıflığı)

Kıbrıs Sancağı – Osmanlı’ya bağlı sancak.

 

http://www.dunya48.com/haluk-dural/31596-haluk-dural-akp-nin-federasyon-hazirligi-basladi?fbclid=IwAR1tY3_Yy4LOQEIo1B5do-BOTPPFIanKm1noWtw66w7t567ULc98hgky_ok

EŞREF BİTLİS’İ ANARKEN

EŞREF BİTLİSi anarken

Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993 Çarşamba günü bindiği uçağının düşmesi sonucu, yanındaki 3 subay ve 1 astsubayla birlikte şehit oldu. Dönemin yetkilileri, uçağın buzlanma nedeniyle düştüğünü açıkladı ve üstünkörü bir soruşturmayla dosyayı kapattı. Oysa durum oldukça karışıktı ve Eşref Bitlis sıradan bir komutan değildi. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’na katılmıştı. Geçmişi başarılarla dolu, yüksek niteliklere sahip yurtsever bir kurmay subaydı. NATO’cu olmayan ender komutanlardan biriydi. Görev yaptığı her yerde saygı görmüş, aşırı sevilmişti. Kıbrıs halkının gösterdiği sevgi ve bağlılık nedeniyle, buraya albaylık dahil tümgeneral ve korgeneral rütbeleriyle üç kez atanmıştı. Hakkında, ‘Atatürk’ten bu yana bu düzeyde bir komutan gelmedi’ diye yorumlar yapılıyordu. (x) Ölmeseydi Genelkurmay başkanı olacağı söyleniyordu.

Nitelik

Eşref Bitlis, Jandarma Genel Komutanlığı döneminde, ayrılıkçı kalkışmaya karşı büyük bir mücadele yürütmüş ve terör örgütünü bitirme noktasına getirmişti. “İncirlik Üssü’nden kalkan ABD uçakları, PKK’ya yardım dağıtıyor” diyor, ABD yönetimindeki ‘Çekiç Güç Kuvvetleri’nin Türkiye’den ayrılması gerektiğini söylüyordu. ABD’nin Kuzey Irak’ta oluşturmaya çalıştığı Kürt devletini, Türkiye için tehdit unsuru olarak görüyordu. Atatürk’ün bölgeye yönelik Kürt politikasını güncelleyen bir anlayışa sahipti.

ABD Büyükelçiliği, Eşref Bitlis’i birkaç kez hükümete şikâyet etmişti. Kazadan 2 ay önce, 17 Aralık 1992’de Çekiç Güç’e bağlı Amerikan savaş uçakları, helikopterine taciz uçuşu yapmış düşürmeye çalışmıştı.

Bu değerli komutan, 17 Şubat 1993 Çarşamba günü, Beechcraft B200 King Air tipi uçağının Ankara üzerinde düşmesi sonucu şehit oldu. Resmi çevreler,

‘kaza buzlanma nedeniyle olmuştur’ deyip dosyayı kapattı ama bu olay kamu vicdanında bugüne dek aydınlığa kavuşmadı.

‘Soruşturma’

Uçağın düşmesinin ardından Yenimahalle Cumhuriyet Savcılığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı olaya el koydu. Sivil savcılık, uçağın askeri olması ve şehit olanların asker kimliği nedeniyle, soruşturmayı olduğu gibi askeri savcılığa devretti.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcılığı, olayı ele aldı ve hazırlık soruşturmasını 5 Mayıs 1993 tarihinde sonuçlandırdı. Kararda, “uçak buzlanma nedeniyle düşmüştürbu nedenle kovuşturmaya yer yoktur” deniyordu.

Askeri savcılığın kararında şunlar yer alıyordu; “Genel olarak uçak kazalarında düşme nedenlerinin tam ve kesin olarak açıklığa kavuşturulması son derece güçtür. Olayımızda pilotaj faktörü dışında saptanan buzlanma faktörünün giderilmesi ile pilot davranışları kuşkusuz birtakım ihtimallere dayalı olarak açıklanabilmektedir. Nitekim pilotun motorlarda ‘anormallik’ olduğunu bildirmesi buzlanma ihtimalini düşündürmüştür”. (1)

Uzmanlar Farklı Şeyler Söylüyor

Konunun uzmanları yaptıkları çözümlemelerde farklı sonuçlara ulaştılar. Buzlanma açıklaması için meteoroloji raporlarının çarpıtıldığını söylediler. Dosyada iki meteoroloji raporu vardı ve Askeri Savcılık raporlar konusunda herhangi bir meteoroloji uzmanından değerlendirme almamıştı. Emir komuta zinciri içinde, bilirkişi niteliği taşımayan subayların ihtimallere ve çarpıtmalara dayanan raporunu, ‘bilirkişi incelemesi’ olarak kabul etmişti. Oysa, hukuki olarak yapılması gereken, yeterliliği olan bir bilirkişi kurulu atayıp onların incelemesine göre karar vermekti.

Savcılık, o günkü değeri 29 milyar lira olan pahallı bir uçağın sigortasız olduğunu da araştırmamıştı. Satış şartnamesinde, – 40 derecede uçabileceği belirtilen uçağın – 4 derecede düşmesi karşısında, uçak şirketi hakkında dava açma yoluna gidilmemişti. Savcılık, uçağın düşmesinden üç ay sonra dosyayı tamamlayıp ‘kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’ nı vermişti ama bu üç ay boyunca, yapılması gereken araştırma ve soruşturmayı yeterince yapmamıştı.

Görmezden Gelinenler

Savcılığın elinde, sabotaj olasılığının ciddiye alınmasını gerektirecek bir rapor vardı. Hazırlık evrakı içinde yer alan bu raporu; şirketin Amerikalı uzmanları ve Kara Havacılık Okulu Kurmay Başkanı, uçak enkazı üzerinde iki gün çalışarak hazırlamışlardı. Raporda, motorların önemli parçalarının bazılarının ‘kayıp’, bazılarının da ‘tahrip edilmiş olduğu’ saptanmıştı.

Uçağın motorlarını üreten Pratt and Whitney şirketi, bir düşme anında motorların dış çeperinin kesinlikle parçalanmayacağını söylüyordu. Önemli kişileri taşıyan, bu nedenle pahalı olan bu uçaklarda, parçalanması mümkün olmayan bu tür motorlar kullanılıyordu. Oysa, buzlanma sonucu düştüğü belirtilen uçağın her iki motorunun kimi önemli parçaları kayıptı ve tahrip edilmişti.

Askeri Savcılık, kaybolan parçaların bulunmasını istemedi, kaybolma nedenlerini araştırmadı. Sabotaj ihtimalini açıklığa kavuşturacak olan bu noktayı görmezden geldi ve soruşturmadı. Hangarın gece nöbetçisinin ifadesinde sözünü ettiği şüpheli şahsı araştırmadı.

Oysa uçağın düşmesinden bir gün sonra alınan ifadelerden birisi dikkat çekiyordu. 16 Şubat günü uçağın bulunduğu hangarın nöbetçilerinden Er Tahir Metin ifadesinde, saat 19:30’da astsubay olduğunu tahmin ettiği bir kişinin hangardan Havacılık Okulu’na doğru gittiğini gördüğünü ve bunu çok garip bulduğunu belirtmişti. Askeri Savcılık, bu ifadeyi değerlendirmemiş, bu konuda bir belge koymamıştı.

Genelkurmay’ın Tutumu

‘Kovuşturmaya Yer Olmadığı Kararı’yla ilgili olarak Genelkurmay’ın tutumu da ilginçti. Genelkurmay, Askeri Savcılığın yasanın tanımladığı koşullara uyan bilirkişi incelemesine başvurmamasına bir şey demedi. Önüne koyulan bilgi ve belgeleri tartışmasız kabul etti. Kuvvet komutanı bir orgeneral ile dört subayın yaşamını yitirdiği çok önemli bir olayın bu biçimde ele alınması, TSK’nın geleneklerine uygun düşmüyordu.

Olayın, bu denli özensiz ele alınması olağan değildi. Bir soruşturmada bu kadar çok hata olamazdı. Olgular, bütün kanıtlarıyla şunu ortaya koyuyordu; uçak motorlardaki buzlanma sonucu düşmemişti, pilotlar kusurlu değildi, motorlarda ve uçakta yapım hatası yoktu.

Bunların dışında ortada tek bir olasılık kalıyordu. “Eşref Bitlis’in uçağı sabotaj sonucu düşürülmüştürSabotaj motora yapılmıştır…” (2)

1993 Yılı ve Gelecek

Eşref Bitlis olayında, gerçekler bu güne dek ortaya çıkarılmadı. Jandarma Genel Komutanı olan bir orgeneralin ‘faili meçhul’ kalan ölümünün perde arkası aydınlatılmadı. TSK, ordu komutanını koruyamayan ve ölümünü aydınlatamayan duruma düştü. Önemli oranda itibar kaybına uğradı. İlerde düzenlenecek yıkıcı kumpaslara karşı kendini koruyacak dirençten yoksun edilgen bir görünüm verdi.

1993 yılı, Türkiye’de suikast ve öldürmeler yılı oldu. Eşref Bitlis’ten 23 gün önce 24 Ocak’ta Uğur Mumcu öldürüldü. 12 gün önce 5 Şubat’ta ‘Kürt Raporu’nu hazırlayan Adnan Kahveci garip bir trafik kazasında öldü. 24 Mayıs’ta 33 silahsız er Bingöl’de öldürüldü. 2 Temmuz’da 33 aydın Sivas’ta yakıldı. 5 Temmuz’da Erzincan Başbağlar köyünde 33 köylü öldürüldü, köy ateşe verildi. 22 Ekim’de Diyarbakır Bölge Jandarma Komutanı Tümgeneral Bahtiyar Aydın öldürüldü. 1993’te son olarak, 4 Kasım’da Jandarma istihbaratında görev yapan terörle mücadelenin kilit ismi Binbaşı Cem Ersever öldürüldü.

Metin Aydoğan, 17 Şubat 2019 Pazar

Not: Bu yazı, İkrami Özturan’ın ‘Çuvaldız’ kitabından yararlanılarak hazırlandı.

DİPNOTLAR

(x)     http://www.motosiklet.net/forum/konu-disi/65766-sehit-orgeneral-esref-bitlis-kimdir.html

(1) tr.wikipedia.org, Son erişim tarihi: 31 Mayıs 2014

(2) Adnan Akfırat, Eşref Bitlis Suikastı T2174a.blogcu.com, 03 Eylül 2013

URL: https://kuramsalaktarim.blogspot.com/2019/02/esref-bitlisi-anarken_17.html

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑