KEMALİST Yöntem…

kemalist

Kemalist uygulamalar, ulusal yapıya uyumlu izlencelerle olağanüstü başarılar elde etti. Gerek izlenceler gerekse uygulamalar Türkiye’ye özgüydü, Batıyla bir ilişkisi yoktu. Söylev ve demeçlerinde dile getirdiği ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı, 1923–1938 arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel politikası oldu.

Kemalist politika şu temel yaklaşımlar üzerine kurulmuştur.

1.Tam bağımsızlık ve ulusal bağımsızlık, asal ilke yapıldı; hiçbir biçimde ödün verilmedi. Yönetim işleyişinde, ekonomide, maliyede, kültürde, dilde, dinde ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında; bağımsızlığa dayalı bir düzen kuruldu, bağımsız ve bağlantısız bir dış siyaset izlendi…

2.Ulusal bağımsızlık ve toplumsal gönenci sağlamak için, Türk toplumunun özellikleri, somut durum ve halkın özlemlerini temel alan izlenceler uygulandı. Devrimler, bir kararlılıkla sürdürüldü ve sürekli devrim anlayışı her aşamada geçerli kılındı. Her devrim başka bir devrimin başlatıcısı oldu.

3.Uluslaşma sürecine engel oluşturan feodal yapılar, tutucu gelenekler kaldırıldı, Türkiye topraklarında yaşayan insanların tümü, eşit haklara sahip yurttaşlar durumuna getirildi. Etnik ve dinsel ayrımlar ya da azınlık sorunları, ulusal varlığın bütünleştirici işleyişi içinde çözüldü.

4.Ekonomik büyüme ve kalkınma atılımında, ülke kaynakları esas alındı.   , Enflasyonsuz ve borçsuz bir kalkınma yöntemi bulunarak hızlı bir kalkınma sağlandı. Devletin öncülük ettiği ve ulusal nitelikli özel girişimciliğe yer veren kalkınma yönteminde; başarılı olan KİT’ler kuruldu, özelleştirme değil devletleştirme yapıldı. Yeraltı ve yerüstü varlıklar, madenler, ormanlar, limanlar, göller, doğal ve tarihi varsıllıklar kesin ve saltık (mutlak) biçimde koruma altına alındı.

 5.Batılı devletlerle, bağımlılık doğuracak ilişkiye girilmedi, borç alınmadı, tersine Düyun-u Umumiye borçları ödendi. Sınırlı düzeyde alınan dış kredi demiryollarının devletleştirilmesinde ve kibrit tekelinin kurulması gibi ulusal amaçlarla kullanıldı.

6.Karşılıksız para basılmadı, 15 yıl boyunca denk bütçe gerçekleştirildi. Her yıl ortalama yüzde 9 büyüme sağlandı, 1936 yılında dış ticaret fazlası sağlandı, ulusal kambiyo uygulamasından ödün verilmedi.

7.Parçalı ve dağınık bir yapı içinde olan hukuksal düzen tümüyle yenilendi, değişik adlarla çalışma yürüten mahkemeler kapatıldı, merkezi işleyişe bağlı Cumhuriyet Mahkemeleri kuruldu…

8.Mahalle mektepleri, maarif okulları, medreseler, tarikat okulları, misyoner mektepleriyle değişik türde insan yetiştiren eğitim karmaşasına son verildi, bu okullar kapatılarak ulusal eğitim üzerinde birlik sağlandı.

9.Yerli üretime önem verildi, ulusal pazar gümrük koruması altına alındı; sermayesi, işçisi, mühendisi Türk olan ulusal fabrikalar açılmış ve ulaşım, iletişim, enerji yatırımları yapıldı.

10.Ulusal tarımın gerilik ve olanaksızlıklardan kurtulması için sınırlı olanaklara karşın üretici köylü desteklendi, makinalı ve sulu tarıma geçildi, tarım kredi olanakları kolaylaştırdı, üretim kooperatifçiliği teşvik edildi, tohum iyileştirme istasyonları ve devlet üretime çiftlikleri açıldı. Topraksız köylüye toprak dağıtıldı, tarım okulları ve köy eğitmen kursları açıldı.

 

Kaynak: http://kuramsalaktarim.blogspot.com.tr/2015/12/ataturk-tanzimat-ve-baticilik.html

BEN DİKTATÖR DEĞİLİM!…

Yeni bir savaş tehlikesi

Böyle bir savaşta Amerika’nın durumu

Dünya barışının şartları

Türkiye ve Boğazların silahlandırılması:

Gladys Baker’e verilen demeç:

-Yakın bir gelecekte savaşın çıkmasının olası olduğunu sanıyor musunuz?

Son zamanlarda kendilerine Atatürk adı verilen Mustafa Kemal, asker inkılâpçının Türkiye Cumhuriyeti Başkanı olmadan önce sultanların oturduğu yer olan Dolmabahçe adlı beyaz mermer saraydaki yemek masasının altın sofra takımından dürüst mavi gözlerini kaldırdı. Ve bakışları, Şam işi perdeli yüksek pencerelerden karanlık ve rahat Boğaziçi’ni geçerek Anadolu sahilinin yanıp sönen ışıklarına gitti. Ağır ve ciddi bir sesle:

-Yakın gelecekten söz etmemeli, savaş tehlikesi bulunduğumuz zamanda da vardır. Avrupa’daki durumun birkaç ay öncesine göre daha gergin olup olmadığı sorulunca:

– Daha kötüdür, çok daha kötüdür. Savaşın ciddiyetini göz önüne almayan bazı önderler, taarruzun araçları “agent”ları olmuşlardır. Kontrolleri altındaki milletlere, milliyetçiliği ve geleneği yanlış bir şekilde göstererek ve kötüye kullanarak onları aldatmışlardır. Bu buhranlı saatlerde kargaşaya engel olmak için, kütlelerin kendilerinin karar vermeleri ve sorumluluk makamını yüksek karakterli, yüksek moralli ve vicdanlı insanların ellerine bırakmaları zamanı gelmiştir. Bu gecikmeden yapılmalıdır.

Bundan sonra realist Atatürk, dünyanın en güçlü diktatörlüğüne çıkmak için hiçbir engele göz yummayan Çanakkale’nin ve (Çok uzak bir gelecekte olmayan) Türk bağımsızlık savaşının askeri kahramanı dedi ki:

– Eğer savaş bir bomba patlaması gibi birdenbire çıkarsa milletler, savaşa engel olmak için silahlı karşı koymalarını ve parasal güçlerini saldıranlara karşı birleştirmekte kararsız kalmamalıdırlar. En çabuk, en etkili önlem, beklenen bir saldırgana, saldırının yarar getirmeyeceğini açıkça anlatacak uluslararası bir kuruluşun kurulmasıdır.

Atatürk, bölgesel antlaşmaların son değerinin, bütün milletleri kapsayacak genel bir paktın yapılmasında olduğuna inanmaktadır.

– Ancak şimdiki durumda en acil gereksinim, komşu ülkelerin birbirlerinin özel gereksinimlerini, sorunlarını görüşmeleridir. Bundan başka bölgesel antlaşmalar, barışın korunması için değerlerini şimdiden kanıtlamışlardır.

İnsanı teslim alıcı gözlerinde, Gazi’nin olağanüstü önderlik gücü vardı. Kalın kaşları sakin durmaz, yüksek entelektüel zirvelere kalkar ve hayrete değer derecede geniş alnında derin çizgiler oyacak bir şekilde çatılır. Derisi açık renkli ve güneşten yanmıştır. Esmer değildir. Saçı sarımtırak kahverenginde ve kül rengindedir. Ağzının temiz kesilmiş çizgileri ve çenesi kararlılığının kesinliğini gösterir. O tetiktir, cevabı hazırdır, dikkat çekecek derecede zekidir.

– Savaş çıktığı takdirde Amerika tarafsızlık siyasetini koruyabilir mi?

– İmkanı yok, imkanı yok. Eğer savaş çıkarsa, Amerika’nın milletler topluluğunda kapladığı yüksek yeri herhalde etkilenecektir. Coğrafi durumları ne olursa olsun, milletler birbirine birçok bağlarla bağlıdırlar.

Atatürk dünyadaki milletleri bir apartmanın sakinleri kabul ediyor:

– Birleşik Amerika Cumhuriyetleri bu apartmanın en lüks dairesinde oturmaktadır. Eğer apartman, sakinlerinden bazıları tarafından ateşe verilirse, diğerlerinin yangının etkisinden kurtulmasına imkan yoktur. Savaş için aynı şey vardır. Birleşik Amerika Cumhuriyetlerinin bundan uzak kalması imkansızdır.

Atatürk şu sözleri ekledi:

– Bundan başka, Amerika büyük ve güçlü ve dünyanın her yeriyle ilgisi olan bir devlet olduğundan, kendisinin siyaset ve ekonomi yönünden ikinci derecede bir yere düşmesine asla izin veremez.

– Düşüncenizce Amerika Adalet Divanı’na katılmalı mı idi? sorusunu sordum, dedi ki:

– Adalet divanına katılmakla Amerika Birleşik Cumhuriyetleri, kuşkusuz genel barışın sürdürülmesine yardım etmiş olacaktı. Etkinliği ve insani idealleri o kadar büyük olan bir milletin, uluslararası anlaşmazlıkların barışçı yolla çözümlenmesinde aktif bir pay almayı istememesi doğru değildir.

– Öyle ise, Milletler Cemiyetinin, barışın korunması için etkili bir araç olduğunu sanıyor musunuz?

– Milletler Cemiyeti, henüz kesin ve etkili bir araç olduğunu kanıtlanmamıştır. Diğer taraftan Milletler Cemiyeti bugün, bütün milletlerin ortak amacın gerçekleşmesi için çalışabilecekleri tek kuruluştur. On dört milyon Türk tarafından yurtlarının kurtarıcısı olmakla tanınan idealist Atatürk devam etti:

– Şuna da inanıyorum ki, eğer sürekli barış isteniyorsa kütlelerin durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, kıskançlık, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir. Atatürk, bu sözlerini hassas elleriyle çoğunlukla yaptığı güçlü jestlerle belirtmiştir.

-Türkiye’de Bolşevikliğin yayılmasından korkuyor musunuz?” dedim.

Şu cevabı verdi:

-Türkiye’de Bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Türk Hükumetinin ilk amacı, halka hürriyet ve mutluluk vermek, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır. Türkiye’de işsizlik yoktur. Ülkemiz bireyleri boş zamanlarda sağlıklı dinlenme imkanlarına sahiptir.

-Türkiye neden Boğazları silahlandırmak istiyor? sorusunu sordum.

– Türkiye’nin Boğazları açık bırakmaya razı olduğu Lozan Anlaşmasından beri dünya durumu ve bazı şartlar değişmiştir. Boğazlar Türk toprağını iki bölüme ayırır. Bundan dolayı bu deniz geçidinin kuvvetlendirilmesi Türkiye’nin güvenliği ve savunması için çok önemlidir. O, aynı zamanda, uluslararası ilişkilerin can alıcı bir unsurudur. Anahtar durumunda böyle önemli bir yer herhangi serüvenci bir saldırganın keyfine ve acımasına bırakılamaz. Türkiye, olası barış bozucularının birbirleriyle savaşmak için Boğazlardan geçmesine engel olmak zorundadır.

Kusursuz smokinin altında geniş omuzları doğruldu.

– Türkiye buna asla izin vermeyecektir. Kemal Atatürk’e neden diktatör diye çağrılmaktan hoşlanmadığını sordum:

– Ben diktatör değilim, benim gücüm olduğunu söylüyorlar, evet bu doğrudur. Benim arzu edip de yapamayacağım hiçbir şey yoktur. Çünkü ben zoraki ve insafsızca hareket etmek bilmem. Bence diktatör, diğerlerini iradesine bağlayandır. Ben kalpleri kırarak değil, kalpleri kazanarak hükmetmek isterim.

O, “Gazi” yani “Muzaffer olmuş” unvanını da sevmez. Ona halk tarafından verilen ve “Türklerin babası” demek olan “Atatürk” diye çağrılmasını yeğler. Dinlenmekte iken yüzü sert ve trajiktir. Neşeli olduğu zaman bile gözleri çelik parıldamasını korur.

Mutlu olup olmadığını sordum:

– Evet, çünkü başarılı oldum.

Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006. Ayın Tarihi: 1935, Sayı: 19, s.260-262

∗ Atatürk’ün Nöbet Defteri’nde 26 Mayıs 1935 günü “Atatürk’ün 10.45’te uyandığı, Ankara’dan dönen Amerikalı kadın gazetecileri kabul ettiği ve öğle yemeğini beraber yediği kaydedilmiştir. Özel Şahingiray, Atatürk’ün Nöbet Defteri: 1931-1938, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yay., Ankara,1955,s.387.

Bu mülakat 21 Haziran 1935’te Ulus, Cumhuriyet vb. dönemin gazetelerinde yayınlanmıştır. *

PADİŞAH ÖNEMSİZ BİR KUKLADIR!..

– Sizin, İstanbul’u almak ve Üsküdar üzerine yürümek istediğinizi doğruluyorlar. Kazandığınız zaferden sonra tasarılarınızın neden oluştuğunu sorabilir miyim?

Paşa yavaş bir anlatım ile cevap verdi:

– Tüm Türk toprakları kurtulmadıkça durmayacağım.

– Sayın Paşa, Türk toprakları demekle ne demek istiyorsunuz?

– Avrupa’da İstanbul ve Meriç’e kadar Trakya; Asya’da Anadolu, Musul topraklarını ve Irak’ın yarısını.

– İngilizlerle aranızda bir savaş olmasından korkmuyor musunuz?

Mustafa Kemal Paşa güldü,

-“Ben İngilizlerle değil, Yunanlılarla savaşıyorum” dedi.

– Ancak Trakya’yı, Boğazlarda İngiliz donanması ve İngiliz birlikleri ile çarpışmaksızın, elde etmek hemen de imkânsız bir askerî harekât değil midir?

Tüm görüşme süresince Başkomutan Paşanın konuşma biçimini değiştirdiği tek bir dakikadayız. Kendisi, ağır bir tavır ve ağırbaşlılık takındı.

-Trakya’ya gitmek için, Üsküdar ve Karadeniz’den geçeceğim. Bu konuda belirli anlaşmalar yapmışımdır. Yirmi dört saatte en iyi birliklerimi Trakya’ya geçirmeğe yetecek nakliye gemilerim de vardır. Bu askerler bir işaretimi bekliyorlar.

İsteğime karşın, 1453 yılında İstanbul’un kuşatma ve alınış biçimini düşündüm. Kemal Paşa da bu şehri İkinci Sultan Mehmet gibi ters yönden almayı düşünüyordu.

– Ya Padişah, dedim. Sizinle aynı düşüncede midir?

– Padişah önemsiz bir kukladır.

Cevabını verdi ve sonra ekledi:

– Ben Türkiye Büyük Millet Meclisi ile bu Yüce Meclis’in bana verdiği görevden başka şeylerle uğraşamam.

– Katliamlar yapılmasını sizin emretmiş olmanız mümkün müdür?

– Hayır, bunları yasaklamak için bence yapılabilecek her şeyi yaptım. Eğer güvenlik güçlerim arasından geçmiş iseniz subaylarımın başıbozuk halkı saldırıdan alıkoymak için ellerinden geleni yaptıklarını öğrenmiş olmanız gerekir. Örnek olarak Amerikan Koleji Müdürüne saldırmış olanlar ölümle cezalandırılmışlardır.

– Fransa’nın girişimi üzerine müttefikler tarafından gönderilen çağrı hakkında ne düşünüyorsunuz?

– Bunu tümüyle, onaylıyorum ve kabul ediyorum. Türkler kaçınılmaz birçok kayba uğradı. Savaş ve kan borçlarını ödedi. Makedonya’yı ve Suriye’yi terk ettik. Ancak, artık arkada kalan ve yalnızca Türk olan her yeri ve her şeyi isteriz. Bunları kurtarmağa karar verdik ve kurtaracağız.

Paşaya bunları ne pahasına kurtarabileceğini sordum. Bana kaçamaklı bir biçimde cevap verdi:

– Bu konuda herkesi, İngilizleri bile sevindirecek ilkeler çerçevesinde anlaşarak.

Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2006.

∗ Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Ekim 1922 tarihinde İzmir’de, Amerikalı yazar Richard Danin’e verilen ve Figaro Gazetesi’nde yayımlanan mülakatı.

METE HAN VE VATAN TOPRAĞI

türk gibi yaşa

Kanla değişen yönetimler en azından bir oturma süresi yaşar bu süre çalkantılı geçer. Mete’yi tanımayanların beklentisi böyle idi. Bir Moğol olan komşu Tung-hu’lar, savaş açmak istiyorlar, bunun için bir bahane lazım ve biliyorlar ki, Mete’nin ahırlarında sayısız at var. Ama bunların arasında müstesna yaradılışta olan, Köroğlu’nun Kıratı gibi birinden haberdar idiler. Elçiler gönderdiler patavatsızlıkta zirve, saygısızlık olduğunu bile bile, o atı hediye olarak istediler. Mesele çok mühimdi. Mete danışmanlarını topladı; fikirlerini sordu, onların top yekun “hayır, olmaz” demelerine aldırmadan, komşu ile ilişkiyi zedelemeyelim diyerek, istenen atı verdi. Bu atın 1 günde 1.000 Li (1Li 400 mt. İle 550 mt. arasında değişiyor) koştuğu söyleniyor.

Tung-hu’lar  at alınca, Hunların korktuklarına hükmedip, şımardılar, daha aşırı bir talepte bulunmaya kalktılar ve Mete’nin sevgili karılarından birini istediler. Fikri sorulan güngörmüşler böyle bir şeyin asla münasip olmadığını söylemelerine aldırmayan Mete,barış aşkına gönül aşkını feda etti.

Efsanevi atın gidişi milletin yüreğine oturmuş, Hakan’ın kadınının verilmesi ise izzeti nefislerini yaralamıştı. Mete’de ise sükunet hakimdi. Sanılıyordu ki, Tung-hu’lar terbiye sınırını aştılar, alabilecekleri en son isteklerini aldılar, bundan başka talepleri olmaz.

Muhatapların amacı savaş çıkarmak, gerisi bahane.Bir defa daha denemeye kalktılar. Bu istedikleri, iki devlet arasındaki hiçbir işe yaramayan kayalık bir arazi. Gidenlerin yanında bunun sözü mü olur. Daha önce fikirlerine müracaat edilip de sözler dinlenmeyenler oy birliği ile “hay hay” dediler.

İşte burada Mete “HAYIR!” dedi.

“At benimdi; kadın da bana ait. Şahsımdan istenen fedakârlığı yaparım, şerefimden de taviz verir milletimin kanının akıtılmasına meydan vermem! Ama bütün bir milletin olan bir avuç çorak torağı vermek mi; ASLA!” dedi.

Hatta Mete’nin şöyle kükrediği söyleniyor:

“Toprak devletin temelidir. Biz, onu başkasına nasıl verebiliriz?”

Mete böyle söyledikten sonra toprak talebinde bulunanların hepsinin başını kestirdi.

Barışın muhafazası için olağanüstü fedakârlıklarda bulunduğu halde sonu gelmemiş, bıçak kemiğe dayanmıştı. Mete atına atladı. Ordusuna emir verdi ve mızmızlık yapanları öldüreceğini duyurdu. Ne kadar ciddi olduğunu anlatabilmek için ordunun en sonundakileri öldürdü.

Tung-hu’lar, işe yaramaz uyuşuk bir kimse zannettikleri Mete’den bir saldırı beklemiyorlardı, fakat Hun orduları Tung-hu başkentine yıldırım hücumuyla daldılar. Neye uğradıklarını anlayamayan Tung*hu’lar yenildiler. Tabi bütün toprakları, sürü ve mal varlıkları da galiplerin eline geçti. Tung-hu’ lardan kurtulmayı başaranlar, Wu-huan dağına çekildiler ve bundan sonraki tarihlerinde Wu-huan olarak bilindiler. Aşağı yukarı Mançurya’nın tamamı Mete’nin eline geçti.

Kaynak: Tanrının Askerleri-Nazım TEKTAŞ / Hayat Yayınları

WordPress.com'da ücretsiz bir web sitesi ya da blog oluşturun.

Yukarı ↑